“Allah’ım çok tatlıyız!”

Herkese selam;

Koray Candemir röportajının ardından etkisi hala geçmemesi (:)) ve bununla beraber de işlerin yoğunluğu sebebiyle anca yeni yazımı yazabiliyorum. ( Kıymetinizi bilin hesap verdim. :) )

Geçtiğimiz hafta sonu, Gezi Parkı’ nın birinci yılında bir çok kişi orada bulunmak istedi ama alınan güvenlik önlemleri dolayısıyla Gezi Parkı kapatıldı, İstanbul halkına fazla fazla artan bir polis güvenliği sağlandı, İstiklal Caddesine çıkış var giriş yoktu. Gözümüz kulağımız oradaydı ben ofiste bir yandan çalışıyor, bir yanda da orada olanları takip ediyordum.

Karşıma bir “Vine” videosu çıktı ve delinin biri videoda polisler yanında, sağında, solunda bulunurken selfie ( Özçekim) videolar çekiyor “Allah’ım çok tatlıyım!” diye bağırıyordu. Bir anda yüzümü bir gülümseme aldı ve kahkahalara boğuldum. “Deli bu! :) Kesinlikle bu adamın kim olduğunu bulup; bunu nasıl ve neden yaptığını öğrenmeliyim. Deli yahu bu kesinlikle bizden!!!”  (:D) dedirtti ve akşam kendisine ulaştım. Sizin için bu deli adamla röportaj yaptım.

Hepimiz kadar deli olan bu adamın adı Hasan Basri Keleş… Bir Finans Manager, fotoğrafçı, sözlük yazarı, fenomen, eğlenceli, komik…  :) Röportaj için kendisine çok teşekkür ederim. Hadi bakalım buyurunuz… IMG_1069

 

İrem Ezgimen : Barva kimdir?

Hasan Basri Keleş: Barva 27 yaşında, özel bir şirkette “Finans Manager” olarak çalışan bir beyaz yakalı kişi :) İstanbul’ a 4 sene önce yerleşti. Adeta yılların İstanbullusu yani :)

İrem Ezgimen : Gezi süresince çok aktif paylaşımlarda bulunan birisin ve sosyal medyada paylaştığın video çok konuşuldu. Böyle bir video çekmek nerden aklına geldi?

Hasan Basri Keleş: Evet… Geçen sene Gezi Direnişinde baya aktiftim, direniş boyunca Gezi Parkı’nda kaldım. Eve gitmek ihanetmiş gibi geliyordu o yüzden geçen senenin bende psikolojik travması daha fazla, olumlu yönde tabii bu… Unutamıyorum o güzelliği keşke arkadaşlarımız öldürülmeseydi de güzel hatırlayabilseydik Gezi Direnişimizi!

İrem Ezgimen : Video ile insanlara “Özçekim” kelimesini sevdirmeyi başardın. Bu kadar beğeni toplayacağı tahmin etmiş miydin?

Hasan Basri Keleş: Kesinlikle hayır! Zaten videonun tutacağını bile bu kadar düşünmemiştim. Hani “lan şöyle bir şey yapayım bugün…” gibi düşüncem olmadı zaten. O anlık bir sivil itaatsizlik eylemiydi. “Özçekiiiiimm” dememin sebebi de işte biraz da TDK ’yı ti’ye almaktı ama insanlar artık “Özçekiiiim” diye fotoğraflar çekiyor bu da güzel bir şey.

İrem Ezgimen : Bir röportajında gözaltına alınmaktan korkmadığı söylemişsin. Videolarda herhangi yanlış bir şey olmamasına rağmen alınsaydın ne yapardın?

Hasan Basri Keleş: Bilmiyorum ki emniyete götürülür, muhtemelen herkese yaptıkları gibi darp edilir, avukatlarımın gelmesini beklerdim. O kadar olağan ki artık keyfi gözaltılar bunu önceden kestirebilmek imkansız zaten.

İrem Ezgimen : “Allah’ım çok tatlıyım.” Arkadaşlarınla aranda geçen bir geyik muhabbetinden mi, yoksa bir anda aklına gelen bir cümle mi? Bu fikir nasıl oluştu?

Hasan Basri Keleş: Arkadaşlarımız arasında sürekli dönen bir geyik muhabbeti aslında. bu zaten o günde bir anda aklıma geliverdi böyle bağırarak söylemek. Normalde kendimi biliyorum. Evet, tatlıyım (Kahkaha) Onun dışında “bu ne özgüven!” diyorlar da sadece kendim ile barışık bir insanım, o kadar barışığım ki; o gün işte polisler beni ruh hastası sanmış olabilir. :)

İrem Ezgimen : Aynı zamanda birçok kişinin severek takip ettiği “ekşi sözlük” yazarlarındansın isminin açığa çıkması sözlük açısından sorun oldu mu?

Hasan Basri Keleş: Yok olmadı, bilenler biliyor zaten ekşi’de de bu sefer daha fazla insan tanımış oldu, çok tebrik mesajları aldım hepsine selamlar..

İrem Ezgimen : Sosyal medyayı aslında çok aktif kullanan ve çok fazla takipçisi olan birisin. Bunun sana olumlu ve olumsuz etkileri neler oluyor?

Hasan Basri Keleş: Benim bir sözüm vardır ve  tüm biolarımda yazardı yeni yeni kaldırdım. O da şu: “Hiç ciddi olamadım şu hayatta, burada da olmayı düşünmüyorum” yani ben kendi kendime konuşan, eğlenen birisiyim ee bu da insanların ilgisini çekiyor, takip ediyorlar sağ olsun. Olumsuz bir etkisi sadece ailevi çünkü; yaptığım trollükleri babam, annem anlamıyor çok kızıyorlar.. :(

İrem Ezgimen : Sosyal yaşantında ve sözlükte insanların duruma bakış açıları nasıl oldu?

Hasan Basri Keleş: Sözlüğümüzden de o kadar çok olumlu şeyler geldi ki; evlenme teklifi bile geldi. Kabul ettim evlençez işte birbirimizi görmeden. :) Şaka bir yana sözlük benim için her zaman farklı bir yer olmuştur. Çok severim canıııım sözlüğümü :)

 

İrem Ezgimen : Video ile alakalı çok olumlu olduğu kadar olumsuz da yorumlar aldın bununla ilgili sen ne demek istersin?

Hasan Basri Keleş: Olumsuz yorumlardan bahsedeyim aslında ya çok küfür, hakaret ve az miktar da olsa tehdit geldi ama normal tabii bu şeyler, mizahı herkes kaldıramayabiliyor. Bugün mizah yapan insanlar öldürülüyor falan.

İrem Ezgimen : Bu arada “Babam peşimde” diyorsun birazda sanırım babandan çekinme durumları söz konusu bunun sebebi nedir?

Hasan Basri Keleş: Evet kendisi emekli bir Emniyet Mensubu olduğundan yaptığıma kızdı. Bizi madara ettin dedi. Sonuçta komşunun oğlu böyle bir şey yapmaz ya ondan galiba. :)1

İrem Ezgimen : Bir firmada çalıştığını biliyorum ama en çok keyif aldığın işinde fotoğrafçılık olduğu konusunda bilgim var. Fotoğraf merakı nerden geliyor?

Hasan Basri Keleş: Aslında keyif değil benimkisi Fotoğrafçılık mesleğim… Bunu yapmak bana çok zevk veriyor ama hayat şartları işte beni bir firmada beyaz yakalı olmaya itti. 2048

İrem Ezgimen : Anladığım kadarıyla hayatını bir fotoğrafçı olarak devam ettirmek gibi planların var. Bununla ilgili çalışmaların neler?

Hasan Basri Keleş: Bir planım yok. haftasonu tatil günlerimde zaten mesleğimi icra ediyorum. Teklifler olsa keşke, hayat bayram olsa.:) Evet, Sokak Fotoğrafçılığı ve konserlerde fotoğraf çekmeyi çok seviyorum. Sanatçının şarkıyı söylerken kendinden geçtiği anlarda ben de geçip basıyorum deklanşöre… 2

İrem Ezgimen : Fotoğraflarını çekmek istediğin kimse var mı?

Hasan Basri Keleş: Öyle ünlüleri çekeyim gibi bir derdim yok. Piyasa da bir malum şahıs var. Normalde “fotoğrafçı” demem ona ama işte çekiyor ne yapalım.. Büyük konuşuyorum gibi ama öyle değil sürekli tanındık simaları çekersen haliyle seninde marka değerin yükseliyor ha ben de çekerim o ayrı ama sürekli değil işten işe… Fotoğraflarını çekmek istediğim bir kaç kişi var. Mesela,  Ceylan Ertem, İrem Sak, Haluk Bilginer, Serkan Keskin.. Son olarak Ara Güler’in çok güzel bir sözü var, onunla bu soruyu kapatayım. ” Zaten hayat da küçük insanların hayatı. İngiltere Kraliçesi’nin hayatı bir b*ka benzemez ama küçük insanların hayatı hayattır.” 5

İrem Ezgimen : Bir fotoğrafçı olarak devam ettirebilirsen ulaşmak istediğin ve hayalini kurduğun nokta neresi? ( Deli adama da böyle soru olmaz ama idare et. :) )

Hasan Basri Keleş: Fotoğraf çekmek sonu görünmeyen bir şey çektikçe yenisi geliyor, yeni çekim teknikleri öğreniyorsunuz, yeni bakış açıları kazanıyorsunuz falan… Sonu gelmesin aslında bakarsan o ana ulaşmak bir son gibi. Her şeyin sona ermesi gibi bir şey ama ulaşmak istediğim şeyler de var tabii mesela kendime özgü fotoğraflarımın tanınması olabilir. Bu Barva ‘nın demeleri gerek bu da çok zor tabii gerçekten fotoğraf aşığı kimseler anlayabilir bunu.. Özgünlük güzel şey…9

İrem Ezgimen : Peki sosyal hayatında nasıl biridir Barva?

Hasan Basri Keleş: Konuşmayı pek sevmiyorum aslında yazmak daha güzel geliyor ama eğlenceliyimdir. Çok çok insan trollerim. Bir kalabalık ortamda bir şey tartışılıyorsa çoğunluğun aksine zıttı savunurum çünkü trollük bunu gerektirir böyle zevk alıyorum ne yapayım, evet manyak ve ruh hastasıyım. :) Arkadaşlarım ile gayet eğlenceli vaki geçiriyorum bu sebeple o hallerimizi Vine çeksek aslında o zaman olay olur ama istemiyorum bundan sonra sadece polislerin siniri bozacağım.
İrem Ezgimen : Peki müzik… Kimleri dinler, takip eder ve konserlerine gidersin?

Hasan Basri Keleş: Protest müziği çok severim, sanat müziği de severim ruh halime göre şekilleniyor… Kendimi bir müzik türü ile sınırlandırmıyorum.

İrem Ezgimen : Seni takip etmek isteyenler için iletişim bilgilerini verir misin?

Hasan Basri Keleş: Tabii ki

Twitter: http://www.twitter.com/barva

Vine: Barva

İnstagram: http://www.instagram.com/hsnbsrk

Röportaj: Koray Candemir

DSC_5179Herkese merhaba;

Bir süredir sesim soluğum çıkmıyordu farkındayım  ama bu röportaj için bekliyordum:)

Herkesin çocukluğunda ya da  gençlik döneminde hayranı olduğu ve sırf onu görebilmek için konserlere, filmlere , organizasyonlara gittiği biri vardır. Sanırım ben bir çok kişiden daha şanslıydım bu konuda çünkü aradan yıllar sonra bir gün onunla oturup röportaj yapma şansım oldu. :)

Kendimi bildim bileli,  “Koray Candemir” hayranıyım. 18 yaşıma ilk girdiğim sene (O zamanlar basınla hiç bir alakam yoktu konservatuar’ın piyano bölümünde geçen bir ömrüm vardı.) ilk gittiğim bar “Kemancı” ilk gittiğim konserde “Kargo” konseri olmuştu. Benim için unutulmaz , rüya gibi bir konserdi. Konserden iki gün önce Koray’a kendi boyum kadar bir atkı örmüş ve hatta annemle de iddiaya girmiştik “o kalabalıkta o atkıyı veremezsin!” demişti. Konser günü arkadaşımı ve beni yaşımız küçük sanıp içeri almamışlar ve ben kapıda hüngür hüngür ağlarken, bir anda sevgili menajerleri Simla ve Koray’ı kapıda gördüm kendimi tutamayıp “Koray” dedim ve durdu, konuştuk atkıyı teslim ettim. Ardından da kapıda ki güvenliklere yaşımızın tuttuğunu anlatıp Kemancı’ya girebilmiştik. (İnsanın yaşı küçük gösterince böyle sorunlar yaşayabiliyor. :) ) 18 yaşında böyle hayran olduğu kişiye ulaşan birinin inanılmaz heyecanı ve mutluluğu ile  o konseri dinlemiştik.  Benim için unutulmaz bir anı olduğu için sizlerle paylaşmak istedim. :)

Ve şimdi  sohbetimize geçelim.. :)

DSC_8244

 

İrem Ezgimen: Belki birçok kişi biliyordur fakat Koray Candemir müzikal yaşamına nasıl başladı?

Koray Candemir:  Müzikal hayatıma lise döneminde okul orkestrasında başladım. :) “Milliyet Müzik Yarışması”na katıldık, bayağı ödüller aldık. İcrada “Türkiye İkinciliği”, Ceynur da  grubun solisti olarak “Türkiye Birincisi” olmuştu. Hatta şarkı da Tolga Çevik’in programında piyano çalan “Özer Atik” le yorumladığımız “Olmadı” isimli şarkı… O şarkı Türkiye İkincisi olmuştu.

İrem Ezgimen:  “Kargo” ile yolları nasıl kesişti?

Koray Candemir:  90’lı yıllarda Ortaköy’de cover çalınan çok daha eğlenceli muhteşem barlar vardı. Serkan Çeliköz ’ün ekibi  “Mr. No” isimli grubuyla bir barda çalıyorduı. Biz de yan barda “Vega”dan Tuğrul Akyüz ’le bilgisayardan :) “The Cure, Depeche Mode” falan çalıyorduk. :) Bizi dinlemişler, Kargo’yu da tekrar topluyorlarmış, bir tek solist kalmış. Mehmet, Serkan, Burak bana gelip solistliği teklif etti, öyle başladık provalara…:)

İrem Ezgimen: İlk solo albümünüz  “ Sade”  2001 yılında çıktı. 10 şarkınız ve “ Seni Sevmesem” Enstrümental versiyonu bulunuyordu…

Koray Candemir:  Tabii tabii.. Erdem Sökmen ve İsmail Soydaş o kadar iyi çalmışlardı ki… Enstrümantel versiyonunu bile koymak zorunda kaldık :)

İrem Ezgimen:  O albümde çok fazla hit şarkı vardı ama benim en çok sevdiğim şarkı “ Sade” şarkısı olmuştu.

Koray Candemir:  “Sade” yi sahnede çalmaya başlayacağız yakında…

İrem Ezgimen: Peki “Kargo” ile solo albümden sonra da çalışmaya devam ettiniz; bu sadece ufak bir ara mıydı yoksa gerçekten o zaman ayrılmış mıydı yollarınız?

Koray Candemir:  Belirsizdi… Hiçbir şey konuşmadan “Abi; böyle bir durduralım…” falan olduk. Herkes farklı fikirlerdeydi… Öyle araya iki, üç sene girdi sonra tekrar “Selim Öztürk” falan geldi, yeniden toparlandık. Mehmet olmadan dört kişi tekrar toplanmıştı.

İrem Ezgimen: “Kargo” grubu ile birçok keyifli konser ve iş yaptıktan sonra yollarınızı ayırdınız bununla ilgili birçok rivayet var fakat gerçek nedir?

Koray Candemir:  O kadar çok tekrar ediyordu ki her şey, inanılmaz bir kısır döngüye girmiştik ve müzik yapamıyorduk. Orijinal bir şeyler çıkarmak konusunda zorluk yaşıyorduk. Kargo’nun yorgunluk dönemi gibiydi… Hatta başka kayıtlar da yaptık ama olmadı. Ben müzikal nedenlerle böyle bir karar aldım.


İrem Ezgimen:
Uzun zaman “Seattle”da yaşadınız ve orada müzik yaptınız. “Seattle”da yaşamak müzikal yaşantınıza neler kattı?

Koray Candemir:  Öncelikle gitar çalmaya geri döndüm. :) Benim için müzikal olarak en büyük fark oydu. Çünkü MaSKott albümünde de bütün gitarları ben çaldım. Oradayken ben bayağı bildiğin teenage zamanlarıma geri döndüm,  evde gitar çalıyorum, çalışıyorum falan… Bir de buraya çok uzak olduğumuz için aklımızı temizledik. Sektörün ‘şarkı yapalım’, ‘hit bulalım’ gibi streslerinden uzak kaldık. Hep kendimiz için bir şeyler yaptık, içimizden nasıl geliyorsa o şekilde müzik yaptık. Bu sebeple MaSKott’la yaptığımız “Tuval” albümü bizim için çok önemlidir.

İrem Ezgimen: “MaSKott”un albümü benim için bir uzun yol albümüydü…  En baştan en sona kadar tüm şarkıları dinleyebilirdim.

Koray Candemir: Eee tamam müthişmiş.. :) O albümde Seattle’ın havası da var, hafif depresiflik de var içinde ama çok uğraştık çünkü orada kaydettik. Çok iyi bir stüdyoda çalıştık, orada Amerikalı produktörlerle çalıştık, birçok arkadaşımızdan yardım aldık. Albümde Amerikalı müzisyen arkadaşlarımız da çaldı. İnanılmaz bir deneyimdi… O kadar senenin üstüne orada öyle bir şey yapmak çok iyi geldi.

İrem Ezgimen:  “Seattle”da Serkan Çeliköz’le beraber  “Zor Bu İşler” şarkınıza klip çektiniz. Bu şarkının klibinde oradaki arkadaşlarınızın oynadığı doğru mu?

Koray Candemir: Evet doğru.. Evde parti yaptık. 60/ 70 kişi falan geldi. Evimiz üç katlıydı, alt katta geniş bir alan vardı. Kenarda stüdyo falan.. Oraya set kurduk. Üst katta parti yapılıyor herkes eğleniyor, aşağıda çekim yapıyorduk. Özellikle Simla Vural Üner ’in büyük emeği vardır. Yukarıda evin kapısından girdiğinde herkesin söyleyeceği bölümleri ellerine veriyorlar. Bizim içeride bulunan Türk arkadaşlarımız yardımcı oluyorlar, sonra ikişer ikişer aşağı iniyorlardı. O cümleleri  kaydediyorduk aşağıda.. İnanılmaz eğlenceliydi… O gün Seattle’da çevremizde kim varsa yanımızdaydı…

İrem Ezgimen:  “Maskott” projenizin devamı söz konusu olacak mı?

Koray Candemir:  Serkan’la her zaman müzik yaparım ya… :) Belli olmaz, şu anda bir şey söyleyemem de ama dediğim gibi Serkan’la her zaman müzik yaparım. Bizim aramızda senelerin kimyası var… Oturup çalıştığımız zaman da yaparız yani…

İrem Ezgimen: Düşünmeden karşında düşüncelerini okuyor artık değil mi?

Koray Candemir: Evet, evet öyle durumlar var… :)

İrem Ezgimen: Şimdi ikinci solo albümünüz “Yarım Kalan”la beraber hayranlarınıza yeniden “merhaba” dediniz.  Albümde 11 şarkı yer almakta, bu albümün başlangıç hikayesini bize biraz anlatır mısınız?

Koray Candemir:  Amerika’daki son dönemimizde Serkan’la beraber yaşarken; “MaSKott”la İngilizce şarkılar yapıp, grup olarak orada yaşatma fikrinden çok uzaklaşmış ve çok yorulmuştuk. Tabii orada yaşamak da kolay değil. Orada sıfırdan kendine bir hayat kurup, ailen, arkadaşların hayatın, her şey burada, çocukluğundan beri yaşadıkların burada ve sen orada sıfırdan başlıyorsun. “MaSKott”u durdurma kararını aldıktan sonra ben dönmeye karar verdim. Serkan da orada aranjörlük ve prodüktörlük bağlantıları olduğu için orada kalma kararını verdi. Sonra solo albüme dönük şarkılar yapmaya başladım.

İrem Ezgimen: Aslında “Sade” albümün çıktıktan sonra “Solo olarak devam etmeyi düşünüyorum.” yorumun vardı senin…

Koray Candemir:   Tabii, tabii… Ateş ve Su albümünde bulunan bir iki şarkı var onlar benim ikinci albümüm içindi mesela… Bu albümde de “Bu Şehirde” şarkısı da ilk solo albüm dönemindendir. Oradayken planlar yaptım kiminle çalışacağım, neler yapacağım, her şeyine kadar detaylıca düşündüm. “Müzisyenler için nasıl bir çalışma yaparım, nasıl bir grup kurmalıyım?” Okay Aynur ’un ekipte olması zaten kafamda hep vardı. O farklı bir adam davulcu olmasının dışında, şarkı söyler, kayıt yapar, piyano çalar, gitar falan… Her şey olduğu için onda, enteresan bir adamdır. Dört senedir çalıyoruz onunla ve birbirimizi çok iyi tanırız ve benim ilk solo albümümün de 10 şarkının yedi ya da sekiz tanesinin davullarını Okay çalmıştır.

DSC_5221İrem Ezgimen: Albümün ilk klip çalışması “ Esin İris”in sözlerini yazdığı “Kalan Giden Benim”, Harun Tekin’den “Kar” şarkısını aldın. Özellikle “Kar” neden bu kadar sevildi?

Koray Candemir:  Bilmem ki.. :)  Harun’un şarkıları genelde öyledir J Bu albümde herkesten destek aldım. Melis Danışmend ’ten söz aldım, Esin’den söz aldım, Harun’dan aldım, Korhan Futacı da saksafon çaldı.

İrem Ezgimen: İlk klip “Kalan Giden Benim” şarkısına, ikinci klip de “Ruhum Ayakta” şarkısına geldi. Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında “beş, altı tane klip çekmeyi düşünüyorum” dedin. Gerçekten bu kadar çok klip çekecek misiniz?

Koray Candemir:  Bu senenin sonuna kadar bayağı video çekmek istiyorum. Bazıları normal klip prodüksiyonu gibi olacak, bazılarında da benim olmadığım klipler olacak.

, İrem Ezgimen: Özdemir Asaf ’tan “Yakın” ve Aşık Veysel ’den “Keklik İdim Vurdular” şarkılarını albüme koyma fikri nereden geldi?

Koray Candemir:  Hep sevdiğim şairlerden birinin şiirini albüme koymak vardı kafamda. “Yakın” şiirini de yazmıştım bir kenara, bana hep şarkı sözü gibi gelmişti. Bir gün Harun’la oturuyorduk, “Aklında bir şey var mı?” diye sordu. “Var!” dedim ve şiiri gösterdim, çaldım. O akşam şarkının iskeletini çıkardık ve hemen demosunu kaydettik.

“Keklik İdim Vurdular”ı Serkan’ın zamanında da çalıyorduk zaten sahnede, akustik bir şeyler çalarken çıkmıştı. Ben o türküyü çok seviyordum. O haliyle muhafaza edip albüme taşımak istedim.

İrem Ezgimen: Akustik bir şeyler düşünüyordunuz?

Koray Candemir:   Akustik düşünüyorduk sonra vazgeçtik. Sahnedeki bu enerji benim için iyi… Televizyon programlarında güzel oluyor, yine de o projeyi zamanı gelince yaparız ama şu anda değil…

İrem Ezgimen: Yeni ekibinizle sahnede “Koray Candemir”den öte “Koray Candemir ve ailesi” gibi harika bir enerji var bu uyumu nasıl sağladınız? ( Mini Aile :) )

Koray Candemir:  Aile gibiyiz zaten :) Mesela ilk albümde çok güzel bir grup kurmuştum ama bu enerjiyi yakalayamamıştım. Bu albümde öyle bir şey yaptık. Okay davul çaldığı için olayın temeli gibi… Cem Şahin ve Cemre Kabaş ’ın ben birkaç ay takip ederek, her şeyi planlı programlı yaptım. Cemre’yi üç ay izledim. Herkese sordum, soruşturdum. Cem’i zaten “Roxy Müzik Günleri” yarışmasında jüri olduğum dönemde kendi grubu “Neva” ile izlemiştim. Orada onu izlediğimde onun çok iyi bir gitarist olduğuna karar vermiştim ve bir araya geldiğimizde de şükürler olsun ki herkes süper karakterli çıktı.

İrem Ezgimen: Peki Cemre aynı zamanda “Radiolux” grubuyla her Perşembe Hayal Kahvesinde ve solo projesinin çalışmaları devam ediyor, Cem’in “Neva”da hala çalması ve Okay’ın da başka projelerde yer alması sizin için zorluk yaratıyor mu? Cemre’nin solo projesi başladığında ya da konserler denk geldiğinde ne yapacaksınız?

Koray Candemir:  Bilmem :) Cemre solo albüm yapsa da “ben sana çalacağım” diyor zaten… :) Okay’ın daha önceden söz verdiği işler olduğunda “Şafak” gelip çalıyor. Şafak da harika bir adam ve iyi bir davulcudur.  Fakat birçok iş kesişirse ben kendi işimi başka tarihe erteliyorum. Çünkü grup olarak çalmak istiyorum. “Kim olursa olsun çalsın ben de orada çalayım” gibi düşüncem yok. Benim için onlarla çalmak ve onlarla eğlenmek daha önemli…

İrem Ezgimen:  Kendi yazdığınız şarkı sözlerinin ilham kaynağı nedir?

Koray Candemir:  İçinde bulunduğum ortam, yaşadığım bir ilişki ya da çevremde bir arkadaşımın yaşadığı bir ilişki, onların hikayesi…  Her şey etkileyebiliyor beni, çok değişken ama genel olarak kendilerini belli ediyorlar..

İrem Ezgimen: Şarkılarınızı albüm için seçerken nasıl eleyebiliyorsunuz?

Koray Candemir:  Bu albüme şarkıları seçerken Burak da çok yardım etti. Kendime ait bir standartım oluyor, onun altında kalanları eliyoruz.

İrem Ezgimen: Aynı zamanda “Gece”nin ilk albümünün prodüktörlüğünü yaptığını biliyorum. Prodüktörlüğe devam etmeyi düşünüyor musun?

Koray Candemir:  “Gece” grubu ile tam bir “abi, kardeş” durumu söz konusu, onların projesi beni çok heyecanlandırmıştı. Onlar da bana gelip albüm prodüktörlüğünü teklif edince ben de kabul etmiştim. Tekrar yapmam için aynı heyecanı hissetmem lazım… Ağır iş prodüktörlük, her şeyi organize edersin. Hele ki; bir grubun prodüktörlüğünü yapıyorsan;hem psikolojik olarak, hem iş olarak,hem kafa olarak hem de bir müzisyen olarak stüdyo içerisinde çok yorulacağın iş. Çünkü her şeyi dengede tutmak zorunda olduğun için…

İrem Ezgimen: Yurtdışında müzisyen olarak yaşamak ve sadece bu işten geçinebilmek gibi bir imkan var mı?

Koray Candemir:  Buradaki müzik sektörü, orası ile kıyaslandığı zaman ufak tabii ama orada da çok fazla grup ve şarkıcı var. Orada da var olmak  zor… O kadar kolay bir iş değil. Şükürler olsun ben 20 yaşından beri hem istediğim işi yapıp, hem de o işten hayatımı kazanıyorum.

İrem Ezgimen: Bunu sormamın sebebi hem Seattle’da müzik yaptın hem de Türkiye’de zaten bilindik bir yerdesin, yani çok tanınıyorsun, biliniyorsun, çok seviliyorsun… Hani Türkiye’nin dışında yurt dışında kalsaydın ya da sadece müzik yapmak için kalır mıydın?

Koray Candemir:  İşte, denedik, denedik ama kalamadık :) Belki 20’li yaşlarda gitseydik farklı olurdu. Düşünsene burada bir kariyerin var ve Türkçe müzik yapmak başka bir şey, İngilizce müzik yapmak başka bir şey… Orada var olmak için İngilizce müzik yapmak zorundasın çünkü Türkçe müzik yaptığında var olmazsın. İngilizce müzik yaptığın zamanda başlarda kendini farklı hissediyorsun. Türkçe müzik yapmaya devam edeceğim ama hayallerim arasında İngilizce müzik yapıp aynı zamanda hem burada hem de orada müzik yapma hayalim var.

İrem Ezgimen: Türkiye’de müziğin gidişatı ile ilgili fikirleriniz nedir ve sizce sorun olan konuları nasıl düzeltebiliriz?

Koray Candemir:  Müzik sektörünün içinde devrim yapılması gerektiğini düşünüyorum. Hem meslek birlikleri anlamında hem de telif hakları anlamında. Yasalar var ama onların uygulanması gerekiyor. Sağlıklı bir şekilde uygulanırsa herkes var olabilir ve böylelikle alan da açılmış olur.  Şu an ki duruma bakarsak “No name” bir grubun ya da kişinin çıkıp bir şeyler yapması inanılmaz zor… İşin kötüsü şu an etrafta çok da iyi gruplar var fakat kimsenin haberi yok. İnterneti hepimiz “kullanıyoruz” diyoruz ama Türkiye’de belli başlı sosyal medya siteleri dışında veya merak edilen haberlere bakmak dışında internet çok da araştırma aracı olarak kullanılmıyor.

İrem Ezgimen: Yeni çıkacak isim ve gruplara tavsiyeleriniz nelerdir?

Koray Candemir:   İnandıkları işi yapsınlar! Zevk aldıkları ve sevdikleri müziği yapsınlar, dirayetli ve sabırlı olsunlar. Özellikle sabretmeyi bilsinler.

İrem Ezgimen: Müzik dışında yıllar önce Ferzan Özpetek’in “Cahil Periler” filminde oynadığınızı biliyorum. Oyunculuk veya reklam filmi teklifleri geliyor mu, bunlara bakışınız nedir?

Koray Candemir:   Senaryosunu beğendiğim bir sinema filminde oynamak çok isterim ama son 10 yıldır Türkiye’de ciddi bir dizi tüketimi olduğu için dizi ve dizi oyuncuları sektörü kaplamış durumda ve millet hem para kazanmak için, hem biraz popülerlik için bu işi yapıyor. Ya da mesleğini yapmak için oynayanlar da var. Fakat ben oyuncu olmadığım için bir dizide oynamam demek, oyunculuk kariyeri yapmam demek, o ayrı bir kariyer. Öyle bir şey de kafamda olmadığı için, yani “2 sene ya da 3 sene bir dizide oynamak” demek benim için zaten “oyuncu olmak” demek. O zaman da zaten oyuncu olmak isterdim.

DSC_5170

 

Bu keyifli sohbetin artık sonuna geldik. Aradan geçen 10 yıl sonrasın da oturup bu keyifli sohbeti gerçekleştirmek beni inanılmaz mutlu etti. Aranızda daha önce Koray Candemir ‘i canlı performans dinlemeyenler varsa kesinlikle bir cuma akşamı Beyoğlu Hayal Kahvesi sahnesinde izleyin. ( Sonra benim gibi her hafta gitmek isteyeceksiniz.Kapıdan kovsalar bacadan giriyorum :D )

Her konserde mini ailenizin bir üyesi gibi hissettirdiğiniz için; öncelikle sevgili Koray Candemir’ e ve mini ailesine ve tabii ki; bu keyifli sohbetin gerçekleşmesine imkan sağlayan  Bilge Öztürk ve Aslıhan Avcı’ya çok teşekkür ederim.

IMG_20140410_011316

İrem Ezgimen (DikkatMüzik!, 2014)

Röportaj: Nükleer Başlıklı Kız

Nukleer-Baslikli-Kiz-Gonullu-Kole-300x300Nükleer Başlıklı Kız’ın hikayesine en başından başlamak istiyorum.
Sizlerle aslında 2005 – 2006 yıllarında ben Radyo Klas’ta İrem’le Rock programını yaptığım dönemde tanışmıştık. O dönem de program içerisinde albümsüz gruplara da yer veriyordum ve sizlerden biri bana ulaşıp ilk albümünüz içerisinde de yer alan “Zor “ şarkınızı yollamıştınız. O dönemde aldığım en başarılı demo kayıt sizden gelmişti ve hala aklımın bir köşesinde aynı zamanda da arşivim de yer almaktadır.

NBK: A a acaba kim göndermişti çok merak ettim ama süpermiş, iyi ki göndermiş :))

İrem Ezgimen: Bizlere “Nükleer Başlıklı Kız” ı tanıtır mısınız?

NBK: Bizim hikayemiz 2005’in son aylarında başladı. Üniversite yıllarında kurulduk.. İlk başladığımızda 5 kişiydik daha sonra eleman değişiklikleri falan derken en son 2009’da Tansel girdi devreye ve  2 kişi olarak devam ettik gruba.. Hiç zaman kaybetmeden albüm için besteleri tamamlamak için işe koyulduk.. Tabi ondan önce yaşanan 4 yıl içerisinde, yarışmalarda kazanılan bir 1.’lik oldu, birinde de dereceye girdik.. Yani  şu anda 2 albüm yapmış 2 kişilik bir grup olarak hayatına devam eden bir grup Nükleer Başlıklı Kız..

İrem Ezgimen: İlk albümün hazırlık dönemini ve çıkışını anlatır mısınız?

NBK: 2. albümümüzde de olduğu gibi ilk albümde de her şeyi kendimiz üstlendiğimiz için tabii sancılı ve uzun bir donem geçirdik ama şanslıyız ki her zaman albüm yapım süreçlerinde yanımızda olan iyi müzik prodüktörleriyle çalışıyoruz mesela 1. albümde Volkan Başaran vardı, 2.  albümde de Volkan Yırtıcı hep yanımızda oldu.
Albümün bitmesi 2 seneye yakin bir zaman aldı yani aslında 2009’un başında Tansel’le albüm için işe koyulduk ama 2010’un son aylarında albümü çıkarabildik.. Tabii piyasaya çıkışı başka bir sancılı dönem, artik eskisi gibi müzik şirketleri yok. Öyle büyük yatırımlar yaparak yeni isimlerin önünü açma riskine giremiyorlar, o yüzden birazcık armut piş ağzıma düş olayları var. En sonunda “Gişe Organizasyon” ve Favela Records”la anlaştık. Ayni sancılı süreçleri 2. albümümüz “ Gönüllü Köle” de de yaşadık ama en sonunda “hiç olmaz, bizimle ilgilenmezler!” diye baktığımız piyasanın en büyük yapım şirketlerinden biri olan DMC ile anlaştık. İlk görüşmeden itibaren olumlu yaklaşmışlardı, çok şaşırmıştık ve daha sonrasın da arayıp bu albümü basmak istediklerini söylediler ve albüm  DMC ‘den çıktı. Bizim için çok büyük mutluluk ve şans tabi..

İrem Ezgimen: Bu sorum açıkcası biraz şahsi olacak ama yinede merak ediyorum :D İlk albümünüz de bulunan “ Eğer İstersen” şarkısı ile tanışmam biraz ilginç oldu… Fakat o şarkının benim hayatımda önemli bir yeri ve güzel bir hikayesi var. Sizden bu şarkının gerçek hikayesini öğrenebilir miyiz?

( Meğerse şarkının gerçek hikayesi, klibinde gerçek hikayesi çıktı!.. )

NBK:  Aslında şarkinin hikayesini klipte de anlatmaya çalıştık ama ne kadar başarılı olduk bilemiyorum. Hikaye şöyle; Birbirini çok seven iki samimi arkadaş; erkek çok çapkın sürekli başka kızlarla, ama kız çaktırmamaya çalışsa da aslında yakın arkadaşı olan bu erkeğe aşık ama bir türlü itiraf edemiyor ve erkeğin çapkınlıklarını izliyor ve bir yandan acı çekiyor.  Erkek her ayrıldığı kızdan sonra gelip bizim kıza dert yanıyor ve bizim kız da hep bunu dostça teselli etmek zorunda kalıyor ama sonunda kız isyan ediyor “bir de donup geriye baksan da yanında hep kim vardı bir görsen, hem senin bu geçici acıların hem de bu benim bilmece gibi yıllardır yaşadığım acılar bitse” diyor. :))

İrem Ezgimen: İlk albümde de çok güzel şarkılarınız vardı ikinci albümde de aynı şekilde çok keyifli ve güzel  sözler ve müzikalite de nelere dikkat ediyorsunuz?

NBK: Çok teşekkür ederiz:) Samimiyete, yeniliğe, sounda dikkat etmeye çalışıyoruz..

İrem Ezgimen: Albümlerinize koyacağınız şarkıları nasıl belirliyorsunuz?

NBK: Yani aslında albüme koyacağımız şarkılar kendilerini belirliyor gibi bir durum oluyor, çok stratejik düşünmüyoruz, gerçekten kendimiz bile dinlerken sıkıldığımız bir şarkı varsa onu zaten koymanın bir anlamı yok. Yani koyacaklarımızdan çok koymayacaklarımızı belirlemek daha kolay:))

İrem Ezgimen: İlk albüm ve ikinci albüme baktığımız da ilk albüm bu albüme göre sanki biraz daha sert bu sound’a geri dönecek misiniz yoksa ikinci albümde ki gibi mi gidecek her şey?

NBK: Vallahi aslında bizim için önemli olan şey kendini tekrar etmemek, yaptığının üzerine birşey daha ekleyebilmek ya da değiştirebilmek. O yüzden 3. albümün soundu konusunda ne desek yalan olur.. NBK’nın dokusunu kaybetmeden dubstep de yapabiliriz , tamamen akustik bir albüm de yapabiliriz… Müzik bu kadar uçsuz ve özgür olduktan sonra ve yapılan iş bize göre kaliteli olduktan sonra herşey olur :)

İrem Ezgimen: Bu albüm de kimlerle çalıştınız?

NBK: Müzik prodüktörlüğünü ve mixlerini Volkan Yırtıcı yaptı. Mastering Çağlar Türkmen yapti. Davulları yine ilk albümümüzde de bizimle çalışan Kuzey Yılmaz çaldi. 8 şarkının bas gitarlarını Koray Ergunay, 2 şarkının bas gitarlarını Eray Kılınç çaldı. Yaylılar Alper Kömürcü yaylı grubu tarafından çalındı. Albüm DMC ‘den çıktı.

İrem Ezgimen: İkinci albümünüz “Gönüllü Köle” de bulunan şarkıların hepsi birbirinden güzel hani şahsen “bu şarkıyı da atlayıp diğer şarkıya geçeyim” durumu olmadan keyifle dinlene bilen bir albüm olmuş. Albümün çıkış şarkısı “ Ağlayan Kalbim” düet bir şarkı bunun oluşumunu anlatır mısınız? Tuna Velibaşoğlu ile çalışma şansını nasıl yakaladınız?

NBK: Tansel bu şarkının temasını bulmuştu ve sürekli bunu çalıyordu, ben de önce bu şarkıya vokal melodisi bulmuştum ama sözleri bir türlu yazamamıştım. O sıralarda da Neşet Ertaş vefat etmişti ve ben çok üzülmüştüm. Onunla ilgili bir belgesel izliyorduk TV’de ve ben Neşet Ertaş ‘ın küçükken yaşadığı bir aşk hikayesinden çok etkilendim, çok masum bir hikayeydi.. Sonra bu aşk hikayesinden yola çıkarak, 2 kişinin birbirine cevap verdiği bir söz yazmak istedim… sonra düşündüm “Neşet Ertaş nasıl böyle içten söz yazıyor, nasıl bu kadar samimi ifade edebiliyor kendini” diye çok etkilenerek, aynı onun yaptığı gibi kendimi bıraktım ve bir süre onun gibi düşünmeye çalıştım, sonrasında daha önce hiç yazmadığım kadar akıcı bir şekilde bu şarkının sözlerini patır patır döküldüm:) Tabii benimki biraz daha yeni jenerasyon samimiyetiyle oldu ama yine de yazdığımda çok mutlu oldum:)  (Bunu da ilk defa sana anlattim haberin olsun:))
Tuna olayı da şu şekilde oldu; şarkıyı zaten düet olarak yaptık, Tuna’da bizim çok yakın bir arkadasımız,  o kadar yakınızda bu şarkının kimyasına en çok yakışabilecek seslerden biri varken başkasını aramaya gerek yok, direk Tuna’ya sorduk o da sağolsun kabul etti. :)

İrem Ezgimen: İlk klibinizi kim çekti? Kimlerle çalıştınız?

NBK: İlk klibimiz çok genç bir yönetmen tarafından çekildi. Burcu Erdoğan.. Hatta ilk yaptığı büyük iş bizimkiydi ama çok güvendik ona, güvenimizi boşa çıkarmadı. Hatta onlarla “Pişman Değilim” in klibini de çektik, bu aralar bitirmek üzereler:)

İrem Ezgimen: İkinci klip albümün İstanbul lansman konserinde ki ilk dinlediğimiz şarkıya “Pişman Değilim” e geldi ne zaman çıkıcak?

NBK: Nisan başında diyelim:)

İrem Ezgimen: Ankara’da yaşamanın ve müzikal açıdan zorluklar neler?

NBK: Ankara’da yaşamanın bir zorluğu yok hatta İstanbul’dan daha rahat:) Sadece gezilebilecek yerler kısıtlı… O yüzden aynı çember içinde dönüp duruyorsunuz, bir süre sonra hareket etmeseniz bile oluyor. :)) Müzikal açıdan zorluğu ise aslında sadece konser etkinlikleri ve o etkinlikleri yapabileceğiniz yerler çok az… O yüzden hep aynı yerlere, aynı insanları izlemeye gitmek zorunda kalıyorsunuz.Son birkaç senedir performance hall’lerin artışı ve bar programları kadar albümlü grupların, sanatçıların konserleri de artmaya başlamasıyla büyük bir hareketlilik geldi :) Ama artik biz İstanbul’da olduğumuz için bu tarz sıkıntılarımız kalmadı.

İrem Ezgimen: İstanbul konserleri ne zaman?

NBK: Henüz net bir tarih yok, netleştikçe Facebook, Twitter ve web sitemizden duyuruyoruz.

İrem Ezgimen: Sosyal Medya ile aranız nasıl?

NBK: Elimizden geldiğince samimi olmaya çalışıyoruz kendisiyle… Zaman zaman sinir bozucu olabiliyor ama genelde seviyoruz kendisini:)

İrem Ezgimen: Dijital kayıtlar ekliyorsunuz bunun devamlılığı olacak mı? (Akustik Videolar)

NBK: Tabii olacak.. Hatta bu aralar DigiHead ile yaptığımız akustik performans videolarini paylaşmaya başladik.. İlk 2’sini youtube’da izleyebilirsiniz.. Gizli saklı 3-4 tane daha var, onları da zaman içerisinde çıkarıcaz meydana:)

İrem Ezgimen: Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

NBK: Samimiyetin icin cok tesekkur ederiz:)

İrem Ezgimen: Asıl ben sizlere ve sevgili Turhan Ulgur’a çok teşekkür ederim. Başarılarınızın devamını dilerim en yakın İstanbul konserinde görüşmek üzere :)

Röportaj: Emre Aslan

roportajemreaslan“Birdenbire” isimli ilk albümünü 3 Adım Müzik etiketiyle geçtiğimiz aylarda piyasaya süren Emre Aslan, uzun yıllardır İstanbul’un birçok tanınmış mekânında, kendi kurduğu gruplarla performans sergileyen bir müzisyen. Çıkış şarkısı “Birdenbire” ile dikkat çeken genç müzisyenin geçtiğimiz haftalarda Jolly Joker’de verdiği lansman konserinde şahit olduğum sahne enerjisi ve gayet yüksek canlı performansından hareketle Dikkat Müzik’in Emre Aslan ile olan söyleşisini sizlerle paylaşıyoruz:

Emre Aslan kimdir? Biraz sizden bahsederek, sizi tanıyarak başlayalım sohbetimize.
Emre Aslan sanata, spora, doğaya, hayvanlara düşkün, kendi hâlinde, sakin bir yaşam süren, etrafında olup bitenlerden ziyade kendine meraklı bir adam aslında… Mimarlık okudum ve mimarlık kariyerime “severek” devam ediyorum. Müzik hayatımın hep içindeydi zaten. Bu günlerde albümle birlikte biraz daha öne çıkmış oldu sadece… Yeni bir şey değil. Uzun yıllar profesyonel olarak voleybol oynadım. Voleybol benim için bir tutku. Aktif olarak devam edemesem de hâlâ salonlarda, tribünlerde beni görmek pek mümkün! Köpeklere, hayvanlara ve doğaya âşık biriyim. O yüzden köpeğim ile birlikte beni sık sık parklarda görmeniz de çok olası… Dışarıdan bakıldığında oldukça hızlı ve hareketli bir hayatım varmış gibi gözükür ama hiç öyle biri değilimdir aslında. Erken yatan, erken kalkan, evinde televizyon olmayan, alkol ve sigara kullanmayan, gece gezmeyen, sağlıklı yaşamaya özen gösteren, sakin ve huzurlu bir hayat sürmeye çalışan biriyim esasında. Genç emeklilerdenim. (Gülüyor.)

Emre-aslan-birdenbire2Müziğe ilginiz nasıl başladı peki?
İstanbul’da doğdum ama Antalya’da büyüdüm. İlkokuldaki müzik öğretmenim Faize Tügen’in teşvikiyle başladım müziğe. Şebnem Ferah’la uzun zamandır birlikte çalışan Ozan Tügen ve Ceren Tügen’in annesidir kendisi, soyadı tanıdık gelebilir. Çok sevdiğim Faize hocamdan öğrendim ilk notalarımı ve müzik eğitimim o yıllarda başladı aslında… Üçüncü sınıfta çalışmam için karışık bir kaset vermişti bana, bir Elvis Presley kaseti. Hâlâ evimde durur o kaset. Yine o yıllarda, 90’ların başında ablamın odasından gizli gizli Sinead O’Connor’ın kasetlerini aşırırdım, onları dinlerdim. Dazlak bir kadının ağlayarak şarkı söylemesi beni o yaşlarda çok etkilemişti. Sözlerini anlamazken bile o hissiyatın geçtiğini hatırlıyorum mesela… Flüt ve piyano ile başlayıp, gitara geçtim ve kendi bestelerimi yapmaya başladım. Akabinde lise ve üniversitede müzik gruplarım oldu. Yavaş yavaş sahne almaya başladım. Bir yandan da dergilerde müzik yazarlığı yapıyordum.

Albümün adı “Birdenbire” ama elbette müzik geçmişiniz birdenbire başlamıyor, değil mi? Uzun yıllar kendi kurduğunuz gruplarla sahne aldığınız biliniyor..
Evet, doğrudur. Moskova’da yaşadığım dönem çok uluslu bir grupla sahne aldım. Polonyalı, Amerikalı, İrlandalı, Rus, Yunan… Ne ararsan vardı grupta! (Gülüyor.) Çok eğlenceliydi. Daha çok caz, soul, R&B tarzında şarkılar söyledim. İstanbul’a döner dönmez de bir cover grubu kurdum. Birçok tanınmış mekânda sahne aldık. Biraz sert çalan bir rock grubuyduk aslında… Popüler parçaları da çalsak kendi tarzımıza uyarlıyorduk ve bir şekilde sert bir şeyler çıkıyordu ortaya. Kylie Minoque, Hande Yener de çaldık, Muse ve Skunk Anansie de… Zaten o dönem birlikte müzik yaptığım arkadaşlarım hâlâ benimle… Birlikte devam ediyoruz yola. Değişen çok fazla bir şey yok temel olarak. Artık kendi şarkılarımızı çalıyoruz.

İlk bestenizi ne zaman yaptınız?
İlk bestemi 15 yaşımda yapmıştım. “Hafıza” adlı bir şarkıydı. Yaptığım anı bile çok net hatırlıyorum; yolda yürürken birdenbire şarkıyı mırıldanmaya başlamıştım. Hatta o şarkıyı bu albüme de koymak istedik, düzenlemesini bile yaptık ama sonra vazgeçtik. Genel konsepte pek uygun düşmedi. Belki ileride bir gün yayınlarım ama…

Albümdeki tüm söz ve müzikler size ait. Son dönemde bazı müzisyenler ilk etapta şarkılarını ünlü birkaç isme verme ve sonrasında, kendilerini hazır hissettiklerinde solo olarak kendi albümlerini çıkarma yoluna gidiyorlar. Sizin de aklınıza gelmiş miydi böyle bir yol izlemek?
Aslında bu albümdeki iki şarkımı oldukça ünlü iki şarkıcı istemişti, hatta verecektim de bu besteleri çünkü o zamanlar albüm yapma gibi bir düşüncem yoktu. Neden bilmem vazgeçtim sonra bu fikirden… Kendi albümüme kısmetmiş. Bir de bir filmde yer alması söz konusu olan bir bestem vardı ama o zaman da albüme başlamıştım, zamanlamalarımız uymadı. Onu da es geçmek durumunda kaldım. Belki bundan sonra başka albümlerde veya projelerde besteci olarak yer alırım.

1

Albümün hazırlık sürecinden bahsedelim biraz. Ekip nasıl bir araya geldi?
Albümün eti benimse kemiği Alper Gemici’nin aslında. Prodüktör o. Tüm düzenlemeler ona ait. Kendi albümüymüş gibi titizlikle, özenle çalıştı. Alper ile nasıl bir araya geldik diye soracak olursan…  2010’da İstanbul Avrupa’nın kültür başkentiydi hatırlarsan. Ben Moskova’dan yeni dönmüştüm ve İstanbul için yazdığım iki güzel şarkım vardı. Bu albümde olan şarkılar… Bu şarkıları kaydedelim ve kültür başkenti projesine sunalım dedik. Ben aranjör olarak Alper Erinç’e gittim. Çok sevdiğim bir müzik adamıdır ve işlerini çok beğenirim. Alper Gemici de o yıllarda Alper Erinç’in stüdyosunda görev yapıyordu. Hep birlikte oturduk, konuştuk. Alper Erinç o dönem çok yoğundu. Candan Erçetin, Nil gibi birçok isimle albüm kaydediyordu. O yüzden Alper Gemici ile bana “Siz başlayadurun, ben de vakit buldukça destek veririm.” dedi. Böylece biz Alper Gemici ile işe girişmiş olduk. Çok da iyi anlaştık, arkadaş olduk. İş dışında da görüşmeye başladık. Derken bir bakmışız şarkıları hazırlayıp bitirmişiz bile… Alper daha sonra kendi albümüne odaklandı, ben sürekli yurt dışındaydım. Bir araya gelemedik. Bir gün ben Alper’e telefon edip “Haydi albüm yapalım.” dedim ve albüme başladık. Sonrası kendiliğinden geldi. Onur Atar, Selim Aydın, Hakan Yılmaz zaten uzun yıllardır birlikte müzik yaptığım dostlarımdı. Onlar da Kerem Ozan Şahin ve diğer müzisyenlerle birlikte başından beri zaten işin içindeydi. Benim sürekli yurt dışında olmamdan kaynaklı olarak süreç biraz uzun ve sancılı oldu ama nihayet beklediğimize değdi. Ekip olarak hepimizin içine sinen bir albüm çıkmış oldu.

Şarkıları oldukça enerjik buldum. Nasıl tanımlıyorsun bu albümü?
Enerjik bir albüm olduğuna katılıyorum zira son yıllarda müzik dünyasının bize dayattığı melankolik, ağlamaklı şarkılardan hepimize fenalık geldi. Rock müzik yaptığını iddia edenler arabesk yapıyorlar esasında. Gitarların sesi açılınca rock olmuş olmuyor. Biz daha neşeli ve enerjik bir albüm yaptık çünkü neşeli ve enerjik insanlarız. Tutsun diye karalar bağlayacak, havalı ve sert bakışlar atacak hâlimiz yok sağa sola… Mizahi bir yönden bakıyoruz hayata. Bu da yaptığımız müziğe yansıyor hâliyle. Tanımlama kısmına gelecek olursak keşke hiç gelmesek derim. (Gülüyor.) Bana sorsan son derece pop bir albüm. Dünya müziğine bakınca da pop. Ama Türkiye’de insanların poptan anladığı çok başka. O yüzden bu coğrafyada biraz sıkıntı yaşıyoruz. İnsanlar kafalarında bir yere oturtamıyorlar bizim gibileri. Onlara göre pop desen pop değil, rock desen rock değil bir tür… Bu yüzden de müzik dünyası bizim gibilere “alternatif pop” diye bir şey uydurdu. Bu “alternatif” sözcüğünü de sevmiyorum. Neyin alternatifi? Söyleyin de biz de bilelim neye alternatif olduğumuzu. Bana göre iki tür müzik var: Sevdiklerim ve sevmediklerim. Samimi olanlar ve samimi olmayanlar. İyiler ve kötüler. Kibariye’yi de severim, Özlem Tekin’i de, Tarkan’ı da, Portecho’yu da, Birsen Tezer’i de, Fazıl Say’ı da… Benim için tüm bu isimler aynı tarzdalar: Samimiyette…

1012079_214348388768498_1209007724_n

İstanbul ile ilgili iki şarkı var albümde. Bu kent için yazılmış diğer şarkılardan daha karamsar bir hava mı çiziyorsunuz bu şarkılarda?
Ben İstanbul âşığı genç bir sanatçıyım. Hassasiyetlerim var hâliyle… Mimar olduğum için şehircilik bilgim de var. Daha farklı ve teknik bir gözle bakabiliyorum kentlere. Tüm bunlar bir araya gelince İstanbul’un hâline hüzünlenmemek mümkün değil. Dünya’nın en güzel şehirlerinden birinin geldiği, getirildiği hâle bakın! İçim acıyor, elimde değil. İki şarkımdan birinde somut olarak, şehir olan İstanbul’dan bahsediyorum. Ama unutmayalım ki şehirleri şehir yapan yollar, parklar, binalar değil içinde yaşayan insanlardır. Diğer şarkıda ise İstanbul’dan kastım içinde yaşayanlar, bizzat bizler… Soyut bir varlık… Bu yüzden bir kadın olarak tasvir ediyorum İstanbul’u bu şarkıda.  “Benim Adım İstanbul” adlı şarkımda empati kuruyorum onunla, şehir olan İstanbul’la. “Kimse senin derdini anlamadan, herkes sana şarkı yazıp durmuş.” diyorum mesela… Dertli çünkü bu şehir. Çocukları hasta, en değerli yapıları restorasyon adı altında ayakta öldürülüyor. Yabancılara satılıyor. “Eskimişliğin yüzünden belli, benim gibi senin de benzin solmuş.” diyorum. Kentsel dönüşümlerden başımız döndü. Birçok semt tarihi dokusunu yitirdi. Ve bu gidişata dur diyecek birileri de ufukta gözükmüyor. Bu yüzden “Gelmez iki yakan bir araya…” diyorum. Diğer şarkıda, Şehr-i Zişan’da ise soyut İstanbul’a sitem ediyorum. Onu kan emen, gençliğimizi yutan bir ölümsüz kadın olarak tasvir ediyorum. İstanbul fırsatlar şehri… Hem önünüze sonsuz imkânlar, seçenekler sunuyor hem de hiçbir şey yapmanıza izin vermiyor. Kısır bir döngüye soktu bizi İstanbul; ne onunla yapabiliyoruz ne de onsuz.

1689265_214342422102428_798238276_nDefne Joy Foster için yazdığınız “Defne” şarkısı var bir de… Çok yazıldı bu konu hakkında ama ilk ağızdan öğrenmek isterim. O da mı birdenbire çıktı, hikâyesi nedir?
Mimarlık kariyerimin ilk yıllarında modacılara defileleri için podyum tasarlıyordum. Defne de sunuculuk yapıyordu o yıllarda. Arkadaş olduk. Tanıdığım en neşeli insanlardan biriydi. Ekranda gördüğünüz, bildiğiniz gibiydi. Son dönemde pek sık görüşemesek

 

de kalplerimiz birdi. Ölüm haberini aldığımda şantiyedeydim ve adeta dondum kaldım. Can’ı düşündüm, oğlunu… Yalnız kaldı diye düşündüm. Şarkının nakaratı daha o anda, şantiyede çıktı, birdenbire… Devamını ise Bakü’ye giderken uçakta ve otel odasında yazdım. Geldiği gibi, plansız. Albüme koyarken de düzenleme yapmaktan özellikle kaçındık. Süslemeye utandık. Bir şarkı değil, bir ağıt zaten Defne… O yüzden sadece bir piyano eşliğinde seslendirdim. Birçok gazete şarkıyı ve haberi ikinci sayfadan duyurdu. Bu benim tercihim değildi aslında. Çok hassas olduğum bir konu bu. Ölmüş birinin arkasından “reklam” yapıyormuş gibi algılanmak en çok korktuğum şeydi. Çok şükür samimiyetimiz insanlara geçti ve hep güzel tepkiler aldık. Haberlerin yapılmasına da Can için izin verdim aslında… Defne’nin ölümünden sonra birçok asılsız şey yazıldı, çizildi. Çok çirkin sözcükler dillendirildi. Ortada kalan bir çocuk vardı ve bu hiç düşünülmedi. İstedim ki Can büyüdüğünde, Google’a annesinin adını yazdığında binlerce çirkin haber ve iftira arasında güzel bir şey de bulsun. Olur da bir gün aklı bulanır ve yönünü kaybederse annesi için yapılmış iyi bir şey dinlesin, okusun. Bu düşünce ve hislerle hareket ettik.

3

Çıkış şarkısına nasıl karar verdiniz?

Aslında son ana kadar çıkış şarkımız Rol Model’di. Biz albümden önce Rol Model’i single olarak çıkarmayı planlıyorduk. Her şey bu plana göre hazırlandı, tam ben klip çekimi için İstanbul’a geliyordum ki Gezi olayları patlak verdi. Ertelemek zorunda kaldık hâliyle… Sonra ülkenin gündemi bir daha hafiflememecesine yoğunlaştı malumunuz. Çıkışımız kış aylarına sarkınca daha orta tempo bir şarkı ile çıkalım dedik. Zaten albümü dinleyenler Gülbenciler – Hülyacılar gibi ikiye bölünmüştü; Rol Modelciler ve Birdenbireciler olarak. (Gülüyor.) Şirket de Birdenbire olsun deyince, onunla çıkmış olduk.

Bir sonraki klip için düşünülen bir şarkı var mı?
İkinci klip büyük ihtimalle Rol Model’e gelecek gibi gözüküyor. Konserlerde Kalbimi Çalanlar ve Benim Adım İstanbul da çok sevildi gerçi… Henüz ikinci klip için bir hazırlık içine girmedik açıkçası. Bakalım zaman ne gösterecek.

Gelelim dünyada ve ülkemizde müziğin satış ve dinleniş şeklinin değişmesine… İnsanlar artık albüm almaktan kaçıyor gibi sanki, değil mi?
Artık insanlar fiziki olarak albüm satın almıyorlar, bu bir gerçek. Akıllı telefonların, tablet bilgisayarların peynir ekmek gibi satıldığı bir devirde insanları CD satın almaya yönlendirmek pek mümkün değil. Sadece benim gibi tek tük arşivciler gidip CD satın alıyor. Benim evimde bile dizüstü bilgisayarımı saymazsak bir CD çalar yok. Onların bile yeni modellerinde CD sürücüleri mevcut değil artık. CD fabrikaları kapandı veya kapanıyor zaten… Biz ucundan yakaladık diye düşünüyorum. Elimizde hatıra niyetine bir CD var neyse ki… (Gülüyor.) İkinci albümüm – eğer yaparsam – CD formatında olur mu, hiç emin değilim. Dünya devleri bile artık CD basmama kararı aldı. 2014 son yıl. 2015 itibariyle sadece dijital satış yapılacak. Bu da tabii müzisyenlerin, bestecilerin haklarının korunması anlamında sıkı bir denetim demek. Dünya bu adımları attı. Türkiye bu denetim mekanizmasını kurdu mu? Buna hazır mıyız? Bunu sorgulamak lazım. Müzik birlikleri bu konuda bazı adımlar attılar ama ne kadar yeterli? Dijital satışlarda, internet tıklamalarında spekülasyon yapılıyor mu? Youtube’da 5 milyon kez tıklanmış bir şarkıyı nasıl oluyor da sektörün içinden biri olarak ben ilk kez duyuyorum? Bunların hepsi birer soru işareti… O yüzden artık nabız tutmak için sadece sokağa, insanlara bakma şansımız kaldı. İnsanlar şarkıyı biliyorlar mı ona bakarım ben. Satış rakamı kaliteyi gösterir mi hem? Satmayan albüm kötü müdür? Satmayan şarkıcı albüm yapmasın mı? Bunlar uzun ve derin konular elbette ama Türkiye olarak bu teknoloji denizinde pusulasızız diye düşünüyorum. Bir yorumcu, besteci, söz yazarı olarak hakkımın korunduğuna dair daha somut adımlar görmek istiyorum elbette.

Ya müzik medyası?
Ben de zamanında müzik yazıları yazmış biriyim, bu yüzden bu işin zorluklarını da biliyorum. Eskiden merak ettiğimiz köşe yazarları, eleştirmenleri vardı. Bir albüm çıktığında hemen o yazarlar ne demiş diye bakardık. Ama artık yazılı basında çok az albüm haberleri ya da eleştirileri yer alıyor. Sadece yüzeysel şeyler onlar da. Bu yüzden müzik blogları ve internet dergilerni önemsiyorum, değerinin zamanla anlaşılacağı ortada. Dikkat Müzik okuyucularını da bu vesileyle selamlıyorum, sevgilerimi iletiyorum.

Röportaj: Olcay Tanberken (DikkatMüzik!)

 

 

Röportaj: “Control+Z”

profil-1

Control+Z  yepyeni bir grup… Hem kendilerini hemde albümlerini hep beraber tanıyalım.

İrem: Control+Z kimdir? Kendinizi bize tanıtır mısınız?

Buğra: Üniversite yıllarında Edirne’de tanıştık. Resmi olarak tanışmadan önce bile birbirimizi bilirdik çünkü aynı barlara takılır farklı gruplarda çalardık. Daha sonra bir yarışma vesilesi ile bir araya geldik. Ardından birkaç tane daha yarışmaya katıldık ve çeşitli dereceler elde ettik. Yarışmalarda başarılı olmak bu bağları kuvvetlendiriyor. Çünkü sizinle aynı amaç için uğraş veren yoldaşlarınız var. O günden bugüne aynı kadro ile devam ediyoruz.

Gökhan: Aslında Control+Z’ nin bir araya gelme amacı da biraz farklılık taşıyor. Buğra’nın da dediği gibi birbirimize tanıyıp farklı gruplarda çalmamıza rağmen bir araya gelip Control+Z’yi oluşturma sebebimiz cover yerine tamamen beste üretmek ve beste çalmak fikriydi. Bunun uzun yıllar zorluğunu çektik diyebilirim.

İrem:Albümden önce neler yapıyordunuz?

Buğra:Cornershopismindecover yaptığım bir grubum vardı. O vesileyle çok değerli müzisyenlerle beraber çalışma fırsatım oldu. Bir yandan da okulum devam ediyordu.

Gökhan: Üniversitenin ilk yılları olduğu için okul dışında çok alternatifiniz olmuyor. Mihraç’la birkaç cover projesinde birlikte çalıyorduk.

Başar: Çeşitli gruplar, sanatçılar, senfoni ve oda orkestralarıyla çalıştım. Aynı zamanda bir yandan konservatuvarı okuduğum için derslerime yoğunlaşıyordum.

Mihraç: Gökhan’la ev arkadaşı olduğumuz için onunla farklı gruplar denedik. Ben bir yandan İstanbul’da devam eden cover projelerinde çalıyordum. Edirne’den git gel zor olsa da söz konusu müzik olunca fedakârlıklar kaçınılmaz oluyor.

İrem:Albüm yapma kararını nasıl verdiniz?

Buğra: Albüm yapmak biraz da ortalığı toparlamak demekti. O kadar çok şey birikiyor ki, bu duyguları en samimi şekilde kaydedip dinleyiciye sunmak ve anlattığımız duyguya ortak olduklarını görmek, belki de bizi müziğe bağlayan en önemli unsur. Yani geç kaldığımızı düşünsek de ilk adımı atmak için “Sadece Dinle”yi çıkarmak bizim için önemliydi.

Gökhan: En baştada dediğim gibi biz bir yola girmeye karar verip sonu bizi albüme götürmedi. Z’yi ilk kurduğumuzdaki amacımız buydu diyebilirim. Sonuçta herkes grup kurarken sonunda albümü düşler ama bizim direk hedefimiz buydu. Biraz planladığımız tarihten geç çıktı onu da nazar boncuğu olarak görüyoruz.

İrem:Albümde kimlerle çalıştınız?

Mihraç: Albümü SAE stüdyolarında Özkan Oral önderliğinde kaydettik. Albümde Cihan Erkene, Gökçe Dayanç, İdil Ağaoğlu, Çağrı Nar, Onur Nar, Serhan Güneysu, Yılmaz Şenyaylar gibi değerli müzisyenlerle çalıştık. Kapak tasarımı Can Köseoğlu, fotoğraflarıysa Akın Bağcılar çekti. Emre Turhal ve Ümit Kış’ta desteklerini esirgemediler.

İrem:Albümün hikâyesini anlatır mısınız?

Gökhan: Bu soruyu kime sorsanız sanırım kimse çok kolay bir süreç anlatmayacaktır. Bizde aşağı yukarı aynı süreçlerden geçtik. Tabiri caizse başımıza gelmeyen kalmadı diyebilirim. Belki de bu zorlukları aştığımız için bu kadar kıymetli. Örneğin ilk klibimizi yayınlayana kadar öncesinde 3 klip daha çekmiştik. 6 şarkı yayınlamaya karar vermeden öncesinde 4 şarkı yayınlayacaktık. Sonrasında daha uzun bir albüm fikri çıktığında 10 şarkı için stüdyoya girmiştik. Nihayetinde çıkan 6 şarkı oldu. Şartlar ve durumlar devamlı değiştiği için bizde artık ayak uydurmak zorunda kalabiliyoruz.

İrem:Albüm kartonetinin arkasındaki hikâye nasıl ortaya çıktı?

Gökhan: Buğra’nın yazdığı sözler bizim için çok değerli ve tabi hissettirdikleri de. Kafamda uzun zamandır böyle bir hikâye oluşturma isteği vardı. Açıkçası bunu yazarken albüme koyarız diye düşünmemiştim. Sonrasında çocuklarda okuduğunda koyma kararı aldık. İpucu vermek istemiyorum ama orada belki de 3. albümde bile ortaya çıkacak dipnotlar var. O yüzden hoşça kal yağmur adam, bonie ve clyde’ın yanında tüm cesaretin ve özgürlüğünle sözü benim için çok şey ifade ediyor.

İrem:Edirne’den sonra İstanbul’da müzik yapmanın zorluklarını anlatır mısınız?

Buğra: Eskiye oranla şu sıralar zor değil aslında. Artık aynı evde kalıyoruz ve alt katımızda stüdyomuz var. Sürekli faaliyet halindeyiz. Müzik biriktiriyoruz.

Mihraç: İstanbul, Edirne’ye oranla çok daha büyük bir piyasa ve köşe başlarını tutmuş çok fazla grup ve müzisyen var. Bunların arasında bizde varız demek tabi ki zor. Ama sonuçta bir hevesle yola çıkmadığımız için bunu zamanla başarabileceğimizi düşünüyorum.

İrem:İstanbul sizi zorluyor mu? Hayatınızda neler değişti?

Buğra: İstanbul bizi yoruyor…

Gökhan: Başta ulaşım olmak üzere İstanbul’un zorluklarını yaşıyoruz. Birde herkesin bir ikinci işi olduğu için kalan zamanlarda müzik yapmak bunun en zor kısmı olsa gerek. Onun dışında şuan için çokta fazla değişiklik yok sadece biraz daha yoğun yaşıyoruz.

İrem:Control+Z ‘nin Edirne’de çok ciddi bir kitlesi var onları nasıl ayakta tutabiliyorsunuz?

Buğra: Sağolsunlar oraya gittiğimizde misafir değil de daha çok ev sahibi gibi hissettiriyorlar. Genel olarak bizi dinleyenleri hayran ya da kitle diye adlandırmak yanlış olur. Onları biz dost olarak görüyoruz. Konser öncesi ya da sonrası kontak kurmayı seven bir grubuz. Sohbet ederken onların duyguları, enerjileri anında bize geçiyor.

Başar: Edirne bizim diğer evimiz. Orada tanışıp zaman geçirdiğimiz o kadar çok arkadaşımız var ki, Conrtrol+Z’nin oluşumu ve ilerlemesinde onların çok payı vardır.

İrem:Sosyal Medya ile aranız nasıl?

Başar: Bireysel olarak çok aktif olmasak da Control+Z adına aktif olmaya, yeterli kadar bilgi vermeye çalışıyoruz. Günümüzde konserler dışında diğer tüm etkileşimler artık sosyal medyadan geçiyor.

İrem:Radyo ve televizyon ile aranız nasıl?

Başar: Mümkün olduğu kadar tüm gelen talepleri karşılamaya çalışıyoruz. Şuan için fena gitmiyor diyebiliriz. Tabii görsel basın çok etkili mümkün olduğu kadar fazla kitleye ulaşmak istiyoruz.

İrem:İstanbul beklentinizi karşıladı mı?

Gökhan: Beklentilerimiz hiçbir zaman maksimum seviyede olmadı fakat tabi ki gelecekle ilgili çok güzel planlarımız var. Sadece Dinle bizim için bir adımdı. Beklentilerimizin gerçekleşmesi açısından ikinci albüme çok güveniyoruz aslında onu yayınlamak içinde sabırsızlanıyoruz.

İrem: Web sitenizi ve hayranlarınızın sosyal medyada Control+Z’yi takip edebilecekleri adresleri öğrenebilir miyiz?

Mihraç: Bize controlzband.com web sitemizden ulaşabilirler. Onun dışında Facebook.com/controlzband, Twitter.com/controlzband ve Insgtagram.com/controlzbandadreslerinden ulaşabilirler.

İrem:Yeni gruplardansınız albüm yapacak diğer arkadaşlar için tavsiyeleriniz nedir?

Buğra: Samimi olarak şunları söyleyebilirim; Her şey hak ettiği gibi gidiyor hayatta, ne eksik ne fazla, her şey hakettiği gibi… Müzik de öyle. Gerçekten çok emek verdiysen, samimiysen ve güveniyorsan ortaya çıkarttığın eserlerin enerjisi de karşıya o denli geçiyor. Ve en önemlisi; acele etmek, bir an önce çıkmasını istemek, o işin düzgün yapılmaması demektir. Konfüçyüs’ün çok güzel bir sözü var. ”Durmadığın sürece ne kadar yavaş gittiğin önemli değildir”.

Röportaj:
İrem Ezgimen (DikkatMüzik!)

Röportaj: Suadiye

suadiye_cd 3kulak cepsizÇıkış parçası “Kalp Atışları” olan ve Arpej Yapım etiketiyle müzikmarketlere çıkan “Suadiye”, şarkıcılığını müzisyen kimliğiyle birleştiren Suadiye Övenç’in kendi adını taşıyan ilk albümü. 1991 doğumlu Suadiye, genel kanının aksine gurbetten gelip burada şans arayan bir müzisyen değil, Karaman’da doğmuş ve küçük yaşlardan itibaren ilgi duyduğu müzik konusunda ailesinin de desteğini alarak kendini geliştirmiş. İstanbul Devlet Opera ve Balesi opera sanatçıları Alp Köksal ve Nazlı Deniz Boran, Mimar Sinan Üniversitesi Şan Pedagogu Payam Koryak ve Şan Eğitmeni Zehra Belevi gibi her biri konusunda uzman isimlerden 4 yıl boyunca eğitim almış. Halen dünyanın en köklü ve kaliteli müzik okullarından olan SAE Technology College’de Ses Mühendisliği eğitimini sürdüren Suadiye, besteci ve şarkı sözü yazarlığı kişiliği kadar dans yeteneğini de öne çıkaran albümü hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. İşte Dikkat Müzik!’in Suadiye röportajı:

Albüme gelmeden önce en baştan başlayalım, müziğe ilginiz nasıl başladı?
Küçük yaştan beri ailemin desteğiyle piyano ve şan dersleri alarak büyüdüm. Aslında konservatuarda opera ve şan bölümüne girmek istiyordum, ailem de beni destekliyordu. Hep bir opera sanatçısı olma hayalim vardı. Ama sonra fikrim değişti, 4 yıl boyunca çok iyi hocalardan eğitim aldım. Zaten hep bir R&B/Pop sevgisi vardı bende, ama opera da her zaman benim için ayrı önemliydi hep okumak istediğim bir bölümdü. Sonra vazgeçtim ve aldığım eğitimin ışığında tamamen bu albüme odaklandım. Ama ikisinin bir arada gitmeyeceğini anladım, kolay bir şey değildi çünkü. Hocam bana opera eğitimi üzerine kesinlikle pop söylememen gerekir diyordu hep, mesela dersten çıkıyordum eve geliyordum arkadaşlarla pop söylüyorduk ve ertesi gün derse gittiğimde hocam hemen  “sen pop söylemişsin” diyordu, anlıyordu. Çünkü kafa sesi ayrı bir şey, pop söylerken gırtlak sesi ayrı bir şey. O yüzden birlikte yürümeyeceğini anladığım zaman opera sevdamdan vazgeçtim.

Beste de yapıyorsunuz..
Uzun zamandır beste yapıyorum. Hem beste yapıyor hem de söz yazıyorum. Bunların arasından en hoşuma gidenleri seçip toparladım ve bir Avrupai sound yapmak istedim. Sevgili aranjörüm Onur Betin ile birlikte kolları sıvadık ve düzenlemeler üzerine kafa yorduk. Sözler daha modern, sound daha batılı oldu, zaten bunu istiyordum. Esasında Türk müziğine uygun, kulağa daha alışık tarzda gelen başka bestelerim de var ama onları koymadık. Çünkü bence müzik yapmak isteyen bir insan hem dinlemekten hem söylemekten zevk aldığı bir tarzı benimsemeli diye düşünüyorum. Benim de kendimi en iyi ifade edebildiğim müzik türü budur.

suadiye1

Peki almak istediğiniz Opera eğitiminin ya da derslerdeki etkilenmelerin de müziğinize ister istemez bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Kesinlikle haklısınız. Eğitimde aldığım kafa sesleri çok işime yaradı diyebilirim. Tabii dezavantajı da olmadı değil, koloratur soprano olduğum için peslerim gelişmemişti tizlerim daha güçlüydü. O yüzden bu albüm öncesinde 3-4 ay boyunca tamamen peslere yönelik çalıştım. Albüm hazırlamaya başladığım zaman çok fazla beste dinledim, çok şey getirdiler önüme ama istediğim tarzda değillerdi. Sonra karar verdim, hayalimdeki müzikle, kendi bestelerimle çıkmak ve istediğim tarzda söylemek istedim ve kendi şarkılarıma öncelik verdim. Zaten en büyük hayalim kendi bestelerimle bir albüm yapmaktı.

suadiye-1Bildik kalıplar yerine başka bir sound ile fark yaratacağınıza inanıyor musunuz?
Daha çok yolun başındayım, ama bir adım atmam lazımdı ve o adımı da bu albümle atmış oldum. Başarılı da olsam başarısız da olsam farketmez, sonuçta inandığım bir şey için çalıştım ve sonucu ne olursa olsun mutlu olduğum birşey yapıyorum, önemli olan da bu. Tarzım olmayan bir müzikle çıksaydım ve insanlar beni o müzikle tanısalardı mutlu olmazdım. İnsanın her şeyden önce kendisinin mutlu olması çok önemli.

Kimlerle çalıştınız, çıkış şarkısına nasıl karar verdiniz?
Albümde neyle çıkış yapacağımıza çok zor karar verdik, her birine ayrıca inandık çünkü. Ancak Kalp Atışları hem dansımı gösterebileceğim hem de sound olarak güçlü bulduğumuz bir şarkıydı. Klibi Çanakkale’de Behramkale, Assos ve Kaz Dağları’nda zor şartlar altında büyük bir ekiple çektik. Gökhan Palas klip yönetmenimizken, Turgay Aksoy da görüntü yönetmenliğini üstlendi. Ömer Yeşilbaş ile de zaten uzun zamandır koreografi çalışıyoruz. Ortaya Avrupai bir klip çıktı, çok olumlu tepkiler alıyoruz.Backstage videomuz da yine Youtube’da izlenebiliyor.

Yalnızca şarkı söylemiyor, aynı zamanda dans da ediyorsunuz. Dans tutkunuz nasıl başladı? Türk müzik piyasasında her ikisine birden rastlamak zor, bu anlamda ne düşünüyorsunuz?
Bir sanatçının dans tutkusu varsa, bunu sahnede gösterir diye düşünüyorum, o tutku içinde yoksa gösteremez. Ben dans etmeyi çok seviyorum. Bir şarkı söylerken etkilemek  çok önemli. Biz sanatçıyız, görsel olarak da var olmamız gerekiyor. Amerika’da orada burada inanılmaz gösteriler, klipler varken biz neden bu güzel ülkede bunu gösteremiyoruz, buna üzülüyorum. Sadece ben değil, benim dışımda da hem müzik hem dansı birarada yürüten, gösteren insanlar olmalı diye düşünüyorum. Onlar yapınca oluyor biz yapınca “Moda çekimi gibi oldu” deniyor, ben buna katılmıyorum. Her şey bir bütün olmalı.

Kendinize rakip olarak gördüğünüz biri, ya da kıyaslandığınız biri var mı?
Bu soruyu çok duyuyorum, genelde Hadise ve Atiye ile kıyaslanıyorum. İkisini de çok beğeniyorum, çok başarılı buluyorum. Hatta Atiye ve Hadise gibi yurtdışından geldiğimi sananlar var ama ben burada doğdum büyüdüm. Dünyayı iyi takip eden sesler bunlar..

1unnamedİsminiz çok farklı ve akılda kalıcı. Bunun size bir avantaj yaratabileceğini düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum. Mutluluk ve yararlı insan olarak 2 anlamı var. Tabii hep İstanbul’un semtiyle özdeşleşmiş bir isim. İlginç olan da şan derslerim de hep o semtteydi.

Sosyal medya ile aranız iyi mi? Sanatçıların onu sevenlerle bu kadar yakınlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Artık televizyondan daha çok hayatımızda yer alıyor. Instagram’ı çok kullanıyorum, Twitter’ı da daha çok haber paylaşmak için kullanıyorum. Öte yandan dinleyiciyle ve takipçiyle o sınırı da iyi korumak gerekiyor. Bir mesafe şart. Birisine hayran olduğunuzda ona ulaştığınızda o büyü bitiyor. Madonna’ya ulaştığınızda o büyü, o sihir gider bence.

Yeni çıkan isimlerin ve albümlerin ulusal radyo ve tvlerde kendine yeteri kadar yer bulduğunu düşünüyor musunuz?
Bir kısır döngü var. Halkımız yeniliklere pek alışık bir halk değil, kulağı neye alışıksa aynısını dinlemek istiyor. Radyocu da halkın istediğine göre hareket ediyor. Bunu yapmamak lazım, ben Türk müziğiyle de çıkabilirdim ama yapmadım. Biraz cesaret lazım, hep aynı soundların arasında farklı birşeyle çıkınca belki onu da sevecekler, bunu denemeden bilemezsin. Hadise ve Atiye buna iyi bir örnek, onlar başardılar.

Albüm satışlarının da düşmesinde bunun etkisi var mı?
Bence eskiden yapımcılar çok fazla yatırım yapıyordu yeni isimlere. Yapımcı da tabii artık albüm satmadığı için yatırım yapmaktan kaçıyor. Hep benzer isimlere ve aynı seslere albüm yapılıyor, radyolar da mecburen onları çalıyor. Aslında bu kadar basit.

Gerek Türkiye’de gerekse dünyada müziğin dinleniş ve satış şekli de değişti. Bütün bunlar müziğin üretim şeklini de değiştirdi…
Eskiden kaset çok yaygındı, sonra bu CD’ye döndü, bence yakında flash bellekler yaygınlaşacak. Sonrası zaten fiziksel hiçbir üretim kalmayacak belki de..Ben hala albüm alıyorum, indirmiyorum. Onun değeri de ayrı  bence. Eğer sistem otursa ve telif hakları iyi korunabilse, takip edilebilse daha güzel olacak her şey.

Müzik medyası hakkında ne düşünüyorsunuz?
İnternette de müziği ayrı bir uzmanlık olarak görmüyorlar, magazin sitelerinde ya da haber sitelerinde müziği bir köşe gibi açıyorlar, bu yanlış. Müzik bloglarını müziğe ilgi duyan ve sadece bununla ilgilenen insanlar yazdığı için onları daha akıllıca buluyorum. Dikkat Müzik buna iyi bir örnek..

İlk video daha çok yeni ama ikinci video hangi şarkıya gelecek, karar verdiniz mi?
“Aşk Falakası”nı düşünüyoruz galiba. “Seninle Bir Ömür”e de bayılıyorum. Genelde yeni çıkan bir albümde ilk ve ikinci video arasında fazla zaman bırakılmaması lazım diye düşünüyorum. Bu yüzden de çalışmalara çok kısa zamanda başlayacağız.

Teşekkür ederiz, başarılar dileriz..
Ben teşekkür ederim, Dikkat Müzik okuyucularına sevgilerimi gönderiyorum.

SUADIY~1

 Röportaj: Olcay Tanberken (Dikkat Müzik!)

Röportaj: Aylin Taşar

menuMüzik dünyamız yeni ve genç seslere merhaba demeyi sürdürürken vokal ve şan konusunda eğitimin önemi her geçen gün artıyor ve gerekliliği tartışılmaz hale geliyor. Hal böyle olunca piyasada ün yapmış pek çok sesin ne aşamalardan geçtiği kadar bu işe soyunan yeni sesleri de ne gibi eğitimlerin beklediğini (ya da beklemesi gerektiğini) bu işin profesyonellerinden birine danışmaya karar vererek bugüne dek pek çok popüler isimle çalışmış ses eğitmeni Aylin Taşar’ın kapısını çaldık. Taşar, 15 yıla yaklaşan eğitmenlik sürecinin getirdiği tecrübeyle “vokal” konusunun püf noktaları ve tüm ayrıntılarıyla ilgili merak ettiklerimizi DikkatMüzik!’le paylaştı:

– Profesyonel olarak şan eğitmenliği ve vokal koçluğu yapmaya ne zaman karar verdiniz? Müzikal eğitiminizden biraz bahseder misiniz?

aylin_tasar– 2000 yılı itibariyle özel ders vermeye başladım. Eğitimimi kullanarak yapabileceğim şeylerden biriydi, ancak zamanla bundan çok keyif aldım ve teknik bilgimi geliştirerek pop şarkıcılarına özel bir sistem geliştirdim. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Opera eğitimi aldım. Fakat opera eğitimi bu işi yapmamda temel ses geliştirme teknikleri açısından faydalı olmuştur, yaptığım şey diğer şan hocalarının yaptığı ile kesinlikle aynı değil. Bu da eğitimim haricinde araştırmalarım ve deneyimler ile kendi metodumu şekillendirmiş olmamdan kaynaklanıyor.

– Bugüne dek kimlerle çalıştınız? Vokal koçu ile çalışmayı kimler daha çok istiyor? (Sadece albüm için mi yoksa albüm bittikten sonra da eğitime devam edenler var mı, vs..)

fotoğraf 2– Ajda Pekkan en uzun süreli çalıştığım isim. Onun dışında Hande Yener, Bengü ve kısa dönem Sinan Akçıl, Gülben Ergen,Semra San, Yusuf Çim, ve şu an aklıma gelmeyen bir çok isim… Halihazırda çalıştığım Mavi yeni albümü ile yakında karşınızda olacak. Özellikle ünlü ve çok aktif isimlerle uzun süre çalışmak mümkün olmuyor. Genelde bir süre çalışıp uzun aralar veriyorlar. Bu konuda tek istisna Ajda Hanım’dır. O hem albüm çalışmalarında, hem konser zamanları, hem turnelerde çalışmaya devam etmiştir. Yaklaşık üç sene boyunca bunu bu şekilde sürdürdü. Diğerleri ile dönemsel çalışmalar yaptım. Bazen de sadece albüm çalışmaları sırasında vokal koçluğu yapıyorum. Bu da kesinlikle üzerinde durulması gereken başka bir konu. Vokal Koçu, stüdyo sürecinde çok ciddi bir öneme sahiptir, orada her hatayı, her entonasyon bozukluğunu, ve yorum konusunda çıkan zorlukları düzeltmek benim görevim. Bir nevi şarkıcının stüdyo stresini azaltan ve şarkı edit sürecini de kısaltan faktörüm orada. Bir çok vokal koçu benim kadar detaylı ve titiz bir çalışma yapmaz. Onlar daha çok motive etme amacı taşıyorlar ve bu bana göre tek başına bir iş bile değil. Hatta çok amatörce bir bakış açısı. Stüdyo sürecini seviyorum ve ortaya çıkan şeyde payım olduğunu bilmekten de çok keyif alıyorum. Fakat elbette benim tercihim beraber uzun süre ve düzenli yol almak. Hem stüdyo öncesinde, hem stüdyo sürecinde, hem de sonrasında… Böyle olunca herşey kusursuz hale geliyor.

– Sizinle çalışmak isteyen herkesle çalışır mısınız yoksa bazı kriterleriniz var mı? Eğitim hangi bölümlerden oluşuyor?

– Benim için önemli olan karşımda hedefi olan ve müzik kulağı ve şarkıcılık zevki olan biri olması. Hedef olmayınca çalışmanın motivasyonu düşüyor, tabii karşı taraf için. Motivasyonu sağlayan şey hedef olmasına bağlıdır. Hobi amaçlı çalışmaları genelde kabul etmiyorum, şan eğitimi hobi olamayacak kadar disiplin ve odaklanma isteyen, aynı zamanda uzun süre tekdüze giden birşeydir. Kısa sürede iyi bir sonuç almak mümkün değildir ve bu nedenle bir hedef olmadığı zaman çalışan kişi için sıkıcı ve anlamsız hale gelme riski vardır. Eğitimin bölümleri olduğunu söyleyemem. Ses ve nefes kullanımı ile alakalı egzersizler ve pop, rock veya herhangi tür günümüz müziklerini seslendiren şarkıcılar için mix voice olarak bilinen ses kullanımı ve konuşma seviyesinde şarkıcılık teknikleri önemlidir. Bunları yerleştirmeye çalışırız ve ardından sahnede söylediği şarkılar veya albümde seslendireceği şarkıların çalışılması gerekir. Bu oldukça detaylı bir çalışmadır. Yol hep bu şekilde devam eder, ancak tuğlaların üst üste koyulması gibi, bir temel oluştuktan sonra yapılabilecekler de arttığı için, halledilen sorunlarla uğraşma kısmı sona erer ve yeni hedefler belirlenir. Yani bu süreçte, kişinin bir hedefi vardır ve o hedefe giden yolda da beraber bir çok küçük hedefi gerçekleştirip, sonraki küçük hedeflere doğru ilerleriz. Genel tablo bizi büyük hedefe ulaştırır.

– Bugüne dek çalıştığınız isimler arasında sizi en çok heyecanlandıran kim(ler) oldu?

fotoğraf 1– Her isim benim için yeni bir heyecandır. Ünlü olup olmaması farketmez. Şimdiye kadar kimseyi kimseden farklı görmedim, Ajda Pekkan’a gösterdiğim özeni, no name birine de gösteririm. İnsan insandır ve bana gelmişse ben ona en iyisini sunmak zorundayım. Bu söylediklerim bazılarına samimi gelmeyebilir, ancak beni tanıyanlar bilir ki, ben ünlü insanların diğerlerinden daha önemli olduğunu asla düşünmedim ve düşünmem de. Onlar benimle çalışmak konusunda heyecanlanmış olabilirler ama… :) Çünkü ünlü bir isim için ses konusu sanatçı egolarıyla direkt bağlantılıdır ve ilk başta bu konuda özgüvenlerini yıkmamdan endişe ettiklerini biliyorum. :)

– Birlikte çalıştıklarınız arasında sizi hiç hayal kırıklığına uğratan(lar) oldu mu?

– Hayal kırıklığı beraber çalışmamız konusunda değil de, insani vasıflarla alakalı olmuştur. Bu profesyonel çalışmamız konusunda bir engel veya sorun teşkil etmez elbette.

– Müzik dünyasında ses yapmış ve popüler olmayı başarmış isimler arasında yorumunu ve vokal kullanımını hatalı bulduklarınız var mı? Ne gibi hatalar en sık rastladıklarınız oluyor?

fotoğraf 3– Bu çok tartışmalı bir konu. Hata değil ama zevksiz şeyler var tabii. Sesini kullanma şekli her tekniğe ve genel beğeniye aykırı dahi olsa, hatta sesini katledercesine şarkı da söylese önemli olan şarkıcının tarz sahibi olmasıdır. Tarz varsa şarkıcı başarılıdır. Ses sağlığını bir süre sonra kaybedebilecek çok isim var ama bunlardan bazıları epey keyifli şeyler yapıyorlar. Belki tarz kaybedeceğim korkusuyla ses konusunda bir çalışma yapmayı reddedenler var, ancak böyle biri bana geldiğinde normal bir şan hocasıyla karşı karşıya olmadığını anlıyor. :) Sesini perişan etmeden de tarzını sürdürmenin yolları var çünkü, ben bunu yapmaya çalışıyorum. Klasik bir şan hocası tavrı koyup insanların şarkıcılık zevklerini yok edip, tertemiz ama manasız bir sonuç almak benim tercihim değil. O nedenle çok eleştirilen bazı isimlere bile olumlu bakıyorum. Bu bir gelişmedir. Türkiye yeni müziklere, yeni seslere, farklı olana açık bir ülke olduğunu göstermeye başlamıştır. Farklılıklar arttıkça yeni tatlar, yeni yaratımlar ortaya çıkar. Her müzik varolsun… Gerçekten kötü olanı herkes ayırdediyor zaten, ne kadar çok, o kadar iyi… Kötüler de varolsun ki iyileri ayıklayan kulaklar artsın.

microphone-music_118509– Son 10 yılda popüler kültürümüzde çok sayıda müzik yarışması yer aldı ancak bunların içinden neredeyse yok denecek kadar az isim çıktı. Bunu neye bağlıyorsunuz? 

– Müzik yarışmaları bazı insanların yeteneklerini, seslerini insanlara duyurmanın tek yolu şu an. Müzik piyasası ile bir bağınız yoksa, kendinizi kime ve nasıl dinleteceksiniz? Benim de çalıştığım çok sayıda insan var; prodüktörlere ulaşmaya çalışan. Harika şarkılar yapıyorlar, içlerinde aranjesini bile kendi kendine ve gayet başarılı şekilde yapanları var. Prodüktörün tavrı şu oluyor: “elimde şu isim var, bu var, bu var, sana ihtiyacım yok”… Bu özetle bu şekilde şu an. Korkunç bir yetenek harcaması yaşıyoruz. Prodüksiyon şirketleri yeni isimlere asla prim vermiyor. Bir şekilde adlarını duyurmuş olmaları, ilgi çekecek birşey başarmış olmaları gerekiyor. Bütçe diye birşey yok… Ama paranız varsa albümünüzü yaparsınız. Yarışmalar ise vasat bir düzey için tamamen yok edici birşey. Çok iyi olmanız lazım ki yarışma yoluyla dikkat çekmeniz mümkün olsun. Yarışmalarda jüri olarak bulunan isimlerin biraz daha idealist olmaları harika olurdu ama maalesef öyle olmuyor. Bunu sadece bir yarışma olarak görmemeleri lazım, zamanında kendilerine de birileri bir fırsat vermeseydi onları tanıyor olmayacaktık. Şimdi bu yarışmalar da genç ve yetenekli isimlere şans vermenin bir başka yoludur. Bu şekilde düşünülürse, yarışmaların bazı insanlara yeni yollar açması da mümkün olabilir. Benim Akademi Türkiye’de çalıştığım dönem, o yarışmada her detay düşünüldüğü ve gayet profesyonel isimler hoca olarak seçilmiş olduğu için çok başkaydı. Ama rating ve kanal politikaları yarışmanın parlamasına mani oldu. Dolayısıyla o yarışmada derece alıp bir sıçrama yapan olamadı… Acı ama gerçek.

– Hiç eğitim almadan yola çıkan ve buna rağmen başarılı olan, bir şekilde ses getiren isimler var. Eğitimsiz de bu iş mümkündür diyenlerden misiniz?

– Elbette mümkündür ama “daha iyisini yapmalıyım, kendimi geliştirmeliyim” şeklinde bir düşünce tarzıyla başarıyı artırmak ve daha kalıcı hale getirmek de mümkündür. Basit bir örnek vermek istiyorum. Çalıştığım bir çok insan, kendi şarkılarını yapan yetenekli şarkıcılar. Ve sesleri ile alakalı gelişme kaydedip, bu konuda özgüvenleri arttıkça, yaptıkları şarkılar da hem ses kullanımı açısından, hem müzikal açıdan daha cesur ve zevkli hale gelmiştir. Sesiniz ne kadarına elveriyorsa, yaptığınız şarkılar da onu yansıtacak şekilde ortaya çıkacaktır…

– Gerek Türkiye’de gerekse dünyada müziğin dinleniş ve satış şekli değişti. İnsanlar artık fiziksel olarak albüm almaktan kaçıyorlar. Bütün bunlar üretim sürecini de etkiliyor. Bu anlamda popüler müzikte nasıl bir gelecek görüyorsunuz? Müzisyenler, prodüktörler ve müzik şirketleri albüm yapmaya devam mı etmeli yoksa yeni yöntemler mi geliştirmeli?

– Yeni yöntemler şart görünüyor. İnternet müzik sektörü için kesin olarak çözülmesi gereken bir mevzudur ve zamanla çözümün şekilleneceğini düşünüyorum. Fakat satmasa da önemli değil; eğer bir albümünüz yoksa, sahneye çıkmanız da imkansız hale geliyor.Bu kısırdöngüdür.

– Müzik basını diye de bir şey kalmadı. Müzik kanalları ve radyolar aynı kısır döngüyle zaten popüler olmuş isimler üzerinden yayınlarını sürdürmekte kararlı gözüküyor. Yeni isimler ve alternatif seslerin kendilerine yeteri kadar mecra bulamadıkları fikrine katılıyor musunuz? Bu anlamda müzik bloglarına nasıl yaklaşıyorsunuz?

– Genel olarak özgür basın var mı? Belki asıl sorun budur. Özgür olmayan alanda gelişme durur, gerileme başlar. O yüzden bloglar kesin olarak çok önemli. Ne kadar çok konuşursak, o kadar iyi. Fakat Twitter da başlı başına bir eleştiri mecrası şu an. Herkes eleştirmen oldu artık. Ancak orada yazarken çok ağır hakaretler ve aşağılamalar kullanarak şarkıcılara yazanların cidden insani olarak bazı değerleri gözden geçirmeleri gerekiyor. Eleştirmek ve hakaret etmek birbirinden farklı şeyler. Bloglar ise özgür ve güçlü olmanın iyi bir yolu. Çok sayıda blog yazarı fenomen haline gelmiş durumda zaten. Müzik konusundaki blogların, yeni isimleri ortaya çıkarmak ve piyasada dediğiniz gibi radyo ve kanalların sürekli tercih ettikleri isimlerin de sağlıklı şekilde eleştirilmeleri açısından önemi büyük. Elbette aralarında iyi ve bilgili olanların ayıklanıp takip edilmesi lazım…

aylintasar2

Favorim: Dikkat Müzik! :)

– Sizinle çalışmak isteyenler size nasıl ulaşabilirler?

Genelde beni arayan bulur:) Bu arada benim de bir blogum var, onu takip edebilirler: http://aylintasar.blogspot.com/
Bunun dışında her türlü soruyu cevaplamaya çalıştığım ve blog yazılarımı da paylaştığım bir Facebook sayfam var, buradan herkes yazabilir:
https://www.facebook.com/pages/Ses-E%C4%9Fitmeni-%C5%9Ean-E%C4%9Fitmeni-Vokal-Ko%C3%A7u-Aylin-Ta%C5%9Far/185789024784600

-DikkatMüzik!in sorularını yanıtladığınız için teşekkürler:)

– Benim için zevkti, herkese sevgiler…

Röportaj: Olcay Tanberken (DikkatMüzik!)

Röportaj: Nergiz & Savaş Tozar

hqdefaultGeçtiğimiz haftalarda ilk albümleri ’Özledim’i piyasaya sunan Nergiz & Savaş Tozar kardeşler ile yaptığımız söyleşiyi aşağıda okuyabilirsiniz. Söz ve müziği Savaş Tozar’a ait 4 şarkıdan oluşan ve çıkış parçası ile aynı adı taşıyan bu ilk albümün aranjörlüğünü üstelenen isim Levent Arslan olurken albümün görsel çalışmalarını Sait Seçkin/Capture Prodüksiyon üstlenmiş.

Müzikle tanışmanız nasıl oldu?

 Nergiz: 76 İzmir doğumluyum . Küçük yaşlarda musiki cemiyeti ile başladım. Sonrasında şan eğitimi , sahne performansları ve dublaj ile devam ettim ve halen devam etmekteyim.

Savaş: 83 İzmir doğumluyum. Küçük yaşlarda okul bünyesinde sahne alarak başladım. Sonrasında çok sesli koro ve şan eğitimiyle devam ettim halen aktif olarak sürdürmekteyim.

Peki profesyonel olarak piyasaya girmeye nasıl karar verdiniz? 
Bestelerimizin olması bize cesaret verdi diyebiliriz.

nergiz-savas-tozar-kardesler-sonfm-nl-290x166Yıllardır sahnedesiniz, bunun verdiği tecrübe ile de bu ilk albümünüz. Albümünüzü nasıl tanımlıyorsunuz?

4 şarkıdan oluşuyor. “Özledim” ilk klip şarkımız ve düet , “Delilenmeyi Bırak”, Nergiz hanıma ait alaturka ezgili bir çalışma , “Büyücü Kördüğümü” ve “Yanımda Kal” ise popüler kültür için gönlümüzden geçen şarkılardan.

Kalıcı olmak için hedefleriniz var mı peki?

Kalıcı olmak birinci hedefimiz elbette, ancak hayat ne sunar bilinmez.

Müzik dünyasında örmek aldığınız birileri var mı, varsa varsa sizi çeken yönleri hangileri?

Feyz almak deyince tabi ki severek dinlediğimiz sanatçılar var ancak umuyoruz ki dinleyicilerimiz bizi biz olduğumuz için kabul ederler.

Albümünüzün adını “Özledim” koydunuz. Bu isim nereden geldi aklınıza?

Albümün adını “Ütopya” düşünüyorduk aslında fakat ilk çalışma “Özledim” olduğu için özlem duyduğumuz şeye kavuştuk anlamında bu isim kalsın istedik.

Sizce müzik piyasası albüm çıkaranlara değer veriyor mu? Gerek televizyonlar, gerekse radyolar?

Çok kaotik bir soru artık her şey insanların elinin altında fakat aynı zamanda dinleme olarak zayıf olduğumuz bir zaman aralığında . Şu da bir gerçek ki samimi olan herhangi bir iş elbet yolunu ve yerini aslına dönerek buluyor .

Albümle ilgili gelen tepkiler nasıl oluyor? 

İlk kez KOZA TV’ye konuk olduk, çok hoş bir programdı. Oydar bünyesinde dinlendiğimiz radyolar var bu bizi sevindiriyor. Ve RADYO FD de önümüzdeki günlerde ilk konuk olacağımız radyo.

Müzik dışında nelerle uğraşıyorsunuz?

Nergiz: Dublaj , seslendirme ve radyoculuk

Savaş: Sınıf öğretmenliği.

Bize bir gününüzü anlatır mısınız?
Savaş: Ruh hali her an yeni bir döngüde fakat rutine bağladığım şeyler ; Yazmak, okumak, spor, müzik çalışmak ve ezgiyle yaşamak diyebilirim.
Nergiz: Dublaj çalışmaları , sunum , şarkı çalışmak ve seslendirmeye dair her şey hayatımı kapsıyor sanırım.

(DikkatMüzik!, Ağustos 2013)

https://www.youtube.com/watch?v=5JRquZZTeBM

Röportaj: Ayça Varlıer

roportajaycavarlierÖdül aldığı tiyatro oyunundaki rolüyle adından sıkça söz ettiren oyuncu Ayça Varlıer’i televizyon ekranlarında “Gümüş”, “Sonbahar” ve “Behzat Ç” gibi dizilerde de izledik ancak müzikal tiyatro eğitiminin ardından sahne aldığı mekanlarda müzisyen ve şarkıcı kimliğiyle de öne çıkmasının ardından herkes aynı soruyu sormakta gecikmedi: “Albüm ne zaman gelecek?”. Yer aldığı proje albümlerinde seslendirdiği “Bir Zaman Hatası” ve “Sil Baştan” isimli şarkıların ardından Varlıer’in “ELİF” adını verdiği ilk albümü TMC Müzik etiketiyle geçtiğimiz ay raflardaki yerini aldı. 

Sözleri Figen Şakacı’ya müziği Ayça Varlıer’e ait “Kumdan Kale” şarkısı ile çıkış yapan genç müzisyen ile 25 Nisan Perşembe gecesi Ghetto’da vereceği lansman konseri öncesinde buluştuk ve DikkatMüzik! dedik:

—————————————————————

cd 3kulak cepsiz– “Elif” henüz çok taze bir albüm, özellikle iyi müzik dinlemeyi sevenlerin çabuk sahiplendiği albümlerden biri oldu. Albümü dinleyen farklı arkadaşlarımdan farklı şarkıları sevdiklerini duyuyorum. “Ağlama Babam” ve “Herşey Geçer”e bayılırken ben mesela, bir başka arkadaşım “Kalmamışsın Hiç Bana” diyor, “Kumdan Kale”yi de seven çok. Çıkış şarkısına nasıl karar verdin?

Albümde hemen her şarkının bir alıcısı olduğu doğru, özellikle her şarkı gitsin herkesi bulsun diye bir amacım olmadı. Ben tüm şarkıları hit olan ve sevilen bir albüm yapmak istedim, tabii farklı şarkıların sevenleri olmasında aranjelerin de büyük payı oldu, ekip olarak büyük bir uyum ile çalıştık. Klip şarkısının hangisi olacağına bile zor karar verdik, çünkü kime dinletsek herkes başka bir şarkı söyledi bize. Sonunda Gökhan Palas yönetmenliğinde ilk klibimizi “Kumdan Kale”ye çekmeye karar verdik.

– Amerika, Rusya ve Fransa’da eğitim almışsınız. Türkiye’ye dönünce yaşadığınız zorluklar oldu mu, buradaki piyasayı ve sanata verilen değeri dışarıyla karşılaştırdığınızda fark nasıl?

Oldu tabii ki, başka bir kültürden geliyorlar. O anlamda çok gerideyiz, buna hayal kırıklığı demek doğru değil. Kıyaslama yapmak doğru değil, biz de kendi içimizde sektör açısından sanat açısından ilerlediğimiz bir durum söz konusu. Müzikal tiyatro eğitimini burada alamayacağımı biliyordum, o yüzden yurtdışına gittim. Biz tabii ki Türkiye olarak bazı şeylerde hala çok gerideyiz, o kadar çok sorunumuz var ki hala. Yine de sektör olarak, tiyatro olsun müzik olsun sinema olsun, bir şekilde hızla ilerliyor. Beklentilerimin farkındayım. Neden burada müzikal tiyatro yok, çünkü kültürel olarak böyle bir geçmişimiz yok. Dışarıda bir ürün tasarladığınızda, sanatsal bir şey ortaya çıkardığınızda bir şekilde takdir görüyorsunuz ama burada değerler ve yargılar farklı.

– Geri dönmek zor bir karar mıydı?

Biraz 11 Eylül olaylarının etkisi var, çalışma vizesi alamayınca illegal olarak da kalmak istemedim ve geri döndüm. En doğru eğitimi alma hedefiyle yurtdışına çıktım ve orada edindiğim tecrübeyi buradaki deneyimlerimle birleştirebilmeyi umuyorum.

ayca-varlier2– Oyunculuk geçmişi olanların şarkıcılıkta zorlanmadığı görüşüne katılıyor musun? Hiç müzik eğitimi almasa da oyuncular şarkı söylemede yine de biraz şanslı mı sizce?
Tabii ki şanslılar, çünkü konservatuar eğitimi aldıkları için şan dersleri, ritm duyguları olmak zorunda. Çünkü bir oyuncu sahnede bedeninin tamamını kullanmak zorunda, vücut teknikleri çok önemli, bu yüzden de oyuncuların şarkıcı olarak tabii ki şansı var. Ben daha çok branşlaşmayı seçtim ve müzikal tiyatro üzerine aldığım eğitimin üzerine oyunculuk master’ı yaptım. Cazı çok sevdiğim için müzikal tiyatro da okurken caz söyledim, ilgi alanım doğrultusunda kendimi geliştirmeye çalıştım. Tabii ki her müzikal tiyatro okuyan da albüm yapmak üzere yola çıkmaz, ancak bu benim kendi hayallerimi gerçekleştirmek üzere yola çıktığım bir albüm oldu.

– Albümün tarzı ve düzenlemeleri çok dingin ve huzur verici, insanı yormayan bir soundu var. Oluşum süreci nasıldı, kimlerle çalıştın?
Eylem Pelit 3, Emir Ersoy 5 şarkının düzenlemesini yaptı. Zaten 8 yıldır müzik piyasasında olduğum ve şarkı söylediğim için birlikte çok da çalıştık her ikisiyle de. Kendi sözlerim dışında Figen Şakacı ve Müfide İnselel de 3 şarkıma söz yazdılar. Biz aslında 2-3 sene kadar önce bir albüm sürecine girmiş ve şarkıları tamamlamıştık. Farklı firmaları dolaştım ama yapmak istediğim müziğe onları inandıramadım. TMC ise bana inandı ve tarzımı sevdi. Ancak ekipçe oturduk, tartıştık ve o şarkıları biraz daha bekletip yeni şarkılar çalışmaya karar verdik.

– Başka şarkılara mı şans tanımak istediniz?
O şarkıları da severek yaptım ve söyledim ama “ilk” albümümün o olmamasına karar verdik. 11 şarkıdan oluşuyordu, onlardan “Ağlama Babam”, “Herşey Geçer” ve “Beni Benimle Bırak”ı alıp üzerine 4 tane daha yeni beste yapmaya karar verdim. Çünkü o albümle çıkmış olsaydım yalnızca bir yanımı yansıtmış olacaktım, bu ilk albüm ise beni ve müziğimi daha geniş bir perspektifte yansıtıyor.

– O şarkıları da duyabilecek miyiz bir gün yoksa tarihe mi gömüldü?
Yoo, onun tarihini daha ileriki yıllara erteledik, çünkü zamanı şimdi değildi. Arşivlik çok farklı şarkılardı, bir anlamda A+ bir işti. Özel bir dinleyici kitlesi olacaktır, o yüzden kendi zamanını bekliyor.

– Albümde şarkıları söyleme biçiminiz de çok samimi geliyor kulağa. Bunu söyleyen olmuş muydu?
Aslında sahnede nasıl şarkı söylüyorsam albümde de öyle söyledim, yani albümde ne duyuluyorsa aslında sahnede de o duyulacak, hiç farklı bir teknik ya da kayıt numarası falan yapmadık, doğal gelmesi belki bundandır.

– “Beni Benimle Bırak”ı coverlamaya nasıl karar verdiniz? Çok sevilen bir Nükhet Duru şarkısıdır..
Benim de sevdiğim bir parçaydı aslında, ilk hazırladığım şarkıların da arasındaydı. Emir’le bu şarkıya bir Retro versiyon da hazırlayıp albüme koyduk. Bu albümü zaten butik bir çalışma olarak görmek lazım, ben öyle yapıyorum. Milyonlarca kişiye ulaşacak diye bir amacı hiç yok, önemli olan doğru kişilere ve doğru hedef kitlesine ulaşması. Bu anlamda “Beni Benimle Bırak” da çok uydu bu albüme. Yaşar ile de çok keyifli ve heyecan verici bir düet oldu, buradan bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

– Hedef kitleniz belli mi peki bu ilk albümde?
Bu tabii ki şarkılarımı ve tarzımı sevecek insanlara bağlı, hedef kitlemi ben seçemiyorum ki, kimse de seçemez..Son 4-5 senedir bit alternatif müzik akımı başladığını görüyoruz ve dijital platformlar sayesinde de alternatif müziklerin yayılması ve daha geniş kitlelere ulaşması kolaylaştı. Bu yüzden popüler kültürde ve medyada çok gözükmeseler de dijital ortamda bir patlama yaşanıyor. Jehan Barbur, Birsen Tezer, Cey’lan Ertem, Jülide Özçelik, vs. her biri son dönemde çok iyi işler çıkaran isimlerden birkaçı. Bunlar bizleri de motive ediyor..

ayca-varlier3– Albüm kartonetinin pastel tonları da çok etkileyici, şarkıların ruhunu birebir yansıtıyor gibi..
Kesinlikle, grafik ve imaj çalışmasını beğenen çok oldu. Aslına bakarsan kapaktaki saç dalgalanmasında oluşan kalbi photoshop ile koyduk falan zannedenler bile oldu ama o çekimler sırasında tamamen tesadüfen oluşan bir figür oldu. Bu resim ortaya çıkınca da kapakta bunu kullanalım dedik.

– Yeniden oyunculuğa dönersek, Leyla’nın Evi oyunu ile kazandığınız ödüller var , bu anlamda henüz genç yaşınıza rağmen başarısı tescillenmiş bir oyuncusunuz. Bu nasıl bir duygu?
Sorumluluklarım artıyor, tamamen bir çıta meselesi. Yurtdışında bir ödül aldığınızda önünüz kolaylıkla açılır ama Türkiye’de ödül aldığınızda ne yazık ki önünüz açılmıyor. Ancak şu var ki sorumluluğunuz artıyor, ki bu da iyi birşey. Çok iyi bir motivasyon, bir sonraki işinin bir önceki kadar başarılı hatta daha farklı ve daha da başarılı olması gerektiğine inanıyorsun. Bu daha başlangıç elbette benim için..
– Var mı yakında yeni bir tiyatro projesi?
Leyla’nın Evi hala devam ediyor. Teklifler geliyor ama sıcak bakmıyorum. Şu an ailece bir müzikal projemiz var ama henüz tasarı aşamasında, gerçeğe dönünce zaten duyacaksınız. Ablam, annem ve aile dostumuz Şefik Onat’la beraber yapıyoruz. Eylem Pelit de bütün müziklerini besteledi. Bir Türk eseri ve ciddi ses getireceğine inanıyorum.
– Televizyon mu yoksa tiyatro sahnesi mi daha heyecan verici? Hangisi daha zor?
İkisinin de ayrı tarafları var, kırmızı şarap mı beyaz şarap mı demek gibi birşey. Ayrı sorumlulukları var. Her dizide oynayan tiyatroda oynayamaz, buna emek vermek ve belli bir eğitimden geçmek gerek. Tabii ki dizilerin oyunculara maddi getirisi daha çok oluyor, ama tiyatro da aşkla yapılan birşey, o da vazgeçilemez. Öte yandan dizi de sırf para için yapılacak bir iş değil, nice kazalara şahit olduk, ve zorlukları da çok fazla..Önceliğim para olsaydı önüme gelen onca teklifi kabul ederdim, ama etmedim. Proje seçiyorum, kazandığım parayı albümüme yatırıyorum, kendime yatırım yapıyorum. Bir anlamda sanattan kazandığımı yine sanata yatırmayı tercih ediyorum..

IMG_9868

– Söyleşiniz için teşekkür ediyor ve müzik yaşamınızda başarılar diliyoruz.
Ben teşekkür ederim, DikkatMüzik!’e sevgiler..

Olcay Tanberken(DikkatMüzik!)

http://www.youtube.com/watch?v=dLf222-RXKg

Ayça Varlıer 25 Nisan Ghetto Lansman Konseri >>

varlier

Röportaj: Mavi

maviroportajYeni bir DikkatMüzik! röportajı ile karşınızdayız. 2010 yılında kendi adıyla yayınladığı ilk albümü ile dikkat çeken, geçtiğimiz sene müzik listeleri ve radyolarda kendine yer bulan “Kaptan” şarkısı ile başarısını sürdüren Mavi, DMC etiketi ile yayınlanan 4 şarkılık yepyeni çalışması ile müzikseverlere yeniden merhaba dedi. Albümün ilk videosunu “Yine Aynı Hikaye” şarkısına çeken Mavi, DikkatMüzik!’in sorularını yanıtladı:

– Aslında hukuk mezunusunuz, şarkı söylemeye/yazmaya ve müzik ile profesyonel anlamda ilgilenmeye ne zaman karar verdiniz?

Şarkı yazmaya ilk başladığım zaman, yani 20li yaşlar. Plan kariyeri ve dolayısıyla maddiyatı biraz oturtup 40lı yaşlara geldiğimde hayatımın bir bölümünü ayırıp hobi gibi ilgilenmekti. Fakat zamanla hem mesleğin bana göre olmadığını hem de daha ciddi ilgilenmek istediğimi, başka türlü mutlu olmayacağımı anladım.

– Sizi kendi adınızı taşıyan albümünüzle tanıdık ilk olarak, ilk albümden bu yana ürettiğiniz ve söylediğiniz şarkılarla beraber en çok ne değişti hayatınızda?

mavi1 (1)Kendimi daha iyi tanımaya başladım, bu tıpkı aynaya baktığımızda gördüğümüz insanla fotoğraflardaki insanın çok benzememesi gibi. Kendimize dair algımız daha farklı daha iyimser olabiliyor. Şarkılarını ve kendini bir ürün olarak ortaya koymak ise ciddi ve sarsıcı bir durummuş. Yetersizliklerini, olmamışlıklarını, kendinde var zannettiğin şeylerin yokluğunu daha net kavrıyorsun başkalarının gözünden. Sanırım bu da hayatıma yeni mücadeleler yeni stresler kattı. Bitmeyen bir eğitim ve ilerleme süreci. Benim gibi dışarıdan yatay geçişle mevzuya dahil olup yolun uzun olunca da öğreneceğin çok şey oluyor tabii.

– Geçen yaz yayınlanan ve bu albümde de yer alan “Kaptan” şarkınızın çıkış hikayesi neydi ve aldığınız geri dönüşler nasıldı?

Birtakım yaşanmışlıklar sonunda kendimle hesaplaştığım ve kendi sırtımı sıvazladığım, “iyisin iyi” dediğim bir şarkı Kaptan. Hayatıma girmiş ve bana eşlik etmiş herkese teşekkür ettiğim, yaralar açanlarla vedalaştığım ve yola yanımdakilerle devam ettiğimi söylediğim beyanname gibi bir şarkı. Bir nevi ‘giden gider, kalan sağlar bizimdir’ şarkısı. İçine girebilip benim hislerini paylaşan çok insan oldu, ancak çıktığı ay itibariyle (temmuz) daha ziyade insanların sahil barlarında hafif duygularla takılmak istedikleri bir vakte denk geldi. Şu dönemde hala güzel şeyler duyuyorum şarkıyla alakalı, bence belli bir insan formuna tercüman oldu.mavi1

– Yeni albümden önce yine bir mini-albüm çalışması ile dinleyicinin karşısına çıktınız, müzik sektörünün artık albümler yerine single şarkılar üzerinden gittiği doğru mu? Kaç tanesinin tutacağını bilmediğiniz koca bir albüme emek vermektense daha çok güvendiğiniz şarkıları single olarak yayınlamak daha mı güvenli bir yol sizce?

Klipsiz şarkılar kolay kolay kendini tanıtamıyor. En bilindik isimler için bile biraz böyle. E klip çekilenler de malum birtakım kurullara takılıp aylarca bekleyip hiç yayınlanmadan çöp olabiliyor. Dolayısıyla maddi tarafını geçsek manevi olarak büyük hüsranlar. Sanırım öncelikli hedef ismi duyurmaya çalışmak olmalı. Her yaptığı şarkı merak edilen bir kişi olmadıkça bütün şarkılarınızı bir sürü emek zaman ve para harcayıp piyasaya sürmek için mangal gibi yürek lazım. Etraf ölü doğan çocuk gibi albümlerle, ellibin liralık hiç yayınlanmayan kliplerle dolu.

– Sade ve etkileyici bir müziği olan “Yine Aynı Hikaye”nin sözleri de çok güzel gerçekten. Söz yazarken yaşadıklarınızın da etkileri oluyor mu?

Çok teşekkürler. Oluyor tabii ki, ama özellikle bu şarkıda modern zaman yakınlıklarına, “aşk sanma”larına, aşk arayışlarına ve o hıza gönderme var.

– Tarzınızı nasıl isimlendiriyor ve ana akım müzik anlayışının neresinde görüyorsunuz?

Akustik pop yapıyoruz, canlı çalıma yakın yerlerde dolanıyoruz. Albümde akustiği elektronikle de harmanlayabiliriz. İçime sinen her şeyi deneyebiliriz hatta. İnsan değişmeden kalmadığına göre müzik de değişebilir.

– 1974 tarihli bir şarkı olan “Aç kapıyı gir içeri”nin 2012 versiyonunu duymak güzel bir sürpriz oldu, kimin fikriydi?

Patronum Samsun Demir’in fikriydi. Ben Özdemir Erdoğan’ın şarkılarını çok severim, ancak fikir benim yaptığım bir şarkının o şarkıyı anımsatması üstüne çıktı. Bir demo yapıp baksak mı nasıl duracak bende dedik.
Göksun Çavdar’ın klarnetleriyle de enteresan bir yere gitti şarkı.

Mavi-Aç-Kapıyı

– Çok büyük iddia ya da hırs dolu şarkılar yerine daha sakin ve size özgün şarkılar yazıp söylediğiniz fikrine katılıyor musunuz? Şarkılar biraz da sizin iç dünyanızın müzikteki yansıması mı acaba?

Aynen öyle. Kimseyle derdi olmayan birisiyim. Çok huzurluyum diyemem ama pek karanlığımı yansıtmayı sevmiyorum dış dünyaya. Bu çok tutarlı, huzur verici birisiyim gibi algılanmasın tabii. Arazlarımı, tutkularımı da akıtıyorum yeni şarkılara.

mavi5– İlk klip “Yine aynı hikaye”ye çekildi, klibin hikayesi nedir? İkinci videoya karar verdiniz mi?

İki insanın yakınlaşmasını – ve yakınlaşamamasını – konu etmek istedim. Duraksamalar, istemem yan cebime koy’lar, biraz da cilve. Eski sevgilisini atlamamış ve her yenide onu arayan insanların ruh hali.
İkinci video “Aç kapıyı gir içeri” olacak. Bugünlerde deneme çekimleri yapıyoruz, nasıl bir şey istediğimize henüz karar veremedik.

– Son olarak -çok sık sorulmuş bir soru olduğunu tahmin ediyorum ama- “Mavi” adı ile çıkış yapmanızın bir öyküsü var mı?

Kendim için seneler önce seçtiğim isimdi Mavi. Arkadaşlarımın küçüklükten beri bana hitap ettikleri isim.

– DikkatMüzik! adına teşekkürlerimizi sunuyor, başarılar diliyoruz:)

Ben teşekkür ederim, çok güzel sorulardı :)

Mavi – Yine Aynı Hikaye

Röportaj: Deniz Vardaryıldızı

DikkatMüzik!’in röportajları devam ediyor.. Uzun yıllar yaptığı sahne çalışmaları ile adından söz ettiren ve 2 yıl önce yayınlanan ilk albümü “Mucize” ile müzik dünyasına merhaba diyen Deniz Vardaryıldızı, “Kırmızı Kar” adlı 2. stüdyo albümünü müzikmarketlere sundu. Albümle aynı adı taşıyan, tam bir yaz şarkısı havasında ve Balkan müziği tadındaki şarkısının video klibini de tamamlayan müzisyen ile hem albümden hem de müzik dünyasından önemli satırbaşları ile dolu özel bir sohbet yaptık. İşte DikkatMüzik!’in Deniz Vardaryıldızı röportajı: >> Okumaya devam et “Röportaj: Deniz Vardaryıldızı”

Röportaj: Pınar Ayhan

2000 yılında ülkemizi Eurovision’da “Yorgunum Anla” şarkısı ile temsil eden Pınar Ayhan ilk albümünü yayınladı.  Eurovision’un ardından onu hem sahnelerde hem de TRT’deki programlarında izlediğimiz Ayhan, bu kez 9 parçadan oluşan “Duyuyor musun?” adını taşıyan ilk albümünde besteci kimliğiyle de öne çıkıyor. Ferhat Göçer’in sözlerini yazdığı, cerrah eşi Sühan Ayhan’ın bestelediği bir şarkıyı da dinleyicileriyle buluşturan ve albümünün ilk klibini Kemal Başbuğ yönetmenliğinde ‘Yorgunum Anla’ ya çeken Pınar Ayhan ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. İşte Dikkat Müzik!’in Pınar Ayhan röportajı >>: Okumaya devam et “Röportaj: Pınar Ayhan”

Röportaj: Emir Ersoy

Bugüne dek Türkiye’nin pek çok ünlü müzisyen ve şarkıcısıyla aynı sahneyi paylaşan ve latin müziğin ülkemizdeki sayılı temsilcilerinden biri olan Emir Ersoy, Calypso Kralı lakabıyla tanınan ve 70’li yıllarda fırtına gibi esen Metin Ersoy’dan devraldığı bayrağı büyük bir başarıyla taşıyor.  Türkiye’deki ilk Senfonik Salsa konserini veren, 2009 yılında “Cuban Portrait”, 2010 yılında da “10 Şarkı 10 Şarkıcı” albümlerini yayınlayan ve bugüne dek pek çok mekanda sergilediği latin-jazz çalışmalarını büyük keyif ve titizlikle sürdüren Emir Ersoy ile Moda Deniz Kulübü’ndeki performansı öncesinde TMC Müzik etiketiyle yayınladığı yepyeni albümü “Karnaval” üzerine sohbet ettik. İşte DikkatMüzik!’in Emir Ersoy röportajı! >> Okumaya devam et “Röportaj: Emir Ersoy”

Röportaj: Nilüfer Örer & Nani-S

DikkatMüzik!’in çok özel müzisyen ve yorumcular ile olan röportajları devam ediyor. Bu hafta 90’lı yıllarda piyasaya “Şımarık” adlı tek bir albümle çıkan ancak o tek albümle bile unutulmayan bir sesi konuk ediyoruz. Bugüne dek suskunluğunu koruyan Nilüfer Örer,  Nani-S ile biraraya gelerek yeni bir ikili oluşturdu. Bundan sonra çalışmalarına Nilüfer Örer & Nani-S olarak devam edecek olan şarkıcıyla “Gördüm Sevdim” adlı yeni şarkıları vesilesiyle özel bir söyleşi okuyacaksınız: Okumaya devam et “Röportaj: Nilüfer Örer & Nani-S”